Çayıra salamazsın
Birkaç sene önce Web 2½’dan bahsettim. Yazılımların bizi ne kadar deşifre ederse hayatımızı o kadar kolaylaştırdığından dem vurdum. Sonra bir önceki yazımda, Kimin seçimi diye sordum. “Endişem odur ki biz, gerçekleri anlamak için ısrarcı olmazsak gelecekte bizi yönetenleri Facebook, Google, Amazon seçecek. Bizim için en iyisinin onlar olduğuna inanacağız. Kendi seçimimiz sanarak…” diye de kendi sorumu yanıtladım.
Uzun zamandan beri “herşey internet’te var” klişesi tekrarlanıyor. Doğru, herşey internet’te var ama internet’teki herşey doğru değil.
2011 sonlarında ilginç ve unutulmaz örnekler yaşadık. Libya’da iç savaş başladı. Sosyal mecraların iç savaştaki önemi tartışıldı. Bu sırada “Kaddafi’nin Venezuela’ya kaçtığı” yazıldı sosyal mecralardan birinde… Çığdan hızlı büyüdü bu haber. TV’ler hemen yayınladı. ABD Dışişleri Bakanlığı bile “güvenilir bir kaynaktan aldığımız habere göre…” dedi. Venezuela hemen “Bize gelmedi. Ayrıca, gelse de almayız”diye fikrini belirtti. İki gün sonra Kaddafi’nin oğlu “Babam iş başında. Harekatı yönetiyor” diye açıklama yaptı. Sonra Kaddafi TV’de görüldü.
Aradan aylar geçti. Kaddafi yine Libya’daydı… 19 Temmuz 2011’de ABD’nin kendisiyle görüştüğü açıklandı. Bize gelince… Sosyal mecraların savaştaki etkisi deyince, bu örneği de listemize ekledik.
Bir benzerini İbrahim Tatlıses’in hastanedeki yan odasından naklen yayın yaptığını söyleyen kişide yaşadık. Gezi olaylarında sahte yardım çağrısı tweetleri birçok kişiyi yanlış sokaklara sürükledi. Örnekler, günlük rüzgarları fırsat bilip bir sürü saf (?) okuyucuyu ve re-tweet’leyiciyi peşinden sürükleyenlerle sınırlı değil.
Bilimsel konularda da yanlışlar artıyor. Vikipedi’de “müşteri odaklılık” konusuna baktım. Yanlışlarla doluydu. (25 Temmuz 2011’de bir kısmını düzeltebildim.) Dilbilgisi hataları bir yana, kavram da konuyla hiç ilgisi olmayanlar tarafından yazılmıştı. Benzer yanlış örnekleri sıralasak, bu yazı okunmayacak kadar uzar.
Yani, herşey internet’te var ve okullara gerek yok diyenleri acı sürprizler bekliyor. Yanlış öğretilerle donanıp çıkacaklar sahaya. Yanlış bildiklerini hiç kabul etmeyecekler, muhtemelen.
Onları geçtim. Çoğu hakkında pek umutlu değilim. Hani, “doktor ne yerse yesin dedi” gibilerden… Ama 2010 sonrası doğanları ne yapacağız.
Onlar internet’te doğuyorlar. Daha doğmadan önce anne-babaları uygun site adı var mı diye bakıyor. Eğer önceden alındıysa, çocuklarına başka isimler koyuyorlar. Daha anne karnındayken naklen yayına başlanıyor. Sonra oyuncağı sosyal mecralara aktarıyor bebek ne yaptıysa… Anne-baba da boş durmuyor elbette. Her anını birlikte yaşıyoruz, birlikte büyüyoruz.
Evdeki aletleri hemen öğreniyorlar. Daha küçük yaşlarda internete dokunmaya başlıyorlar. Tablet bilgisayara el koyuyorlar. Çoğunlukla bir ikincisi alınıyor, anne-baba için. Alışıveriyorlar. TV’de beğenmediği programı değiştirmek için ekrana dokunup, sayfa çevirme hareketi yapan çocukları biliyoruz.
Bu çocuklar, aile denetiminden hızla uzaklaşıyor. İnternet’te yaşamaya başlıyor. Öğretmeninin, hatta anne-babasının söylemesinden önce, internet onlara söyleyecek. Bazen doğruyu, ama çoğunlukla yanlışı…
Her baba yaşamıştır. Çocuk bir konuda aşırı şekilde iddia eder. Söyledikleri yanlıştır. Anlatınca dinlemez. Hatta anne-babayı yargılar. “Nereden biliyorsun?” “Evladım, senin dediğin şey tam da benim uzmanlık konum. Ben yıllarca o konuda bilgi satarak, danışmanlık vererek para kazanıyorum. Sen benim dediğim gibi olmadığını nereden biliyorsun?” Yanıt ilginçtir. “Sınıfta yanımda oturan arkadaşım söyledi.”
Şimdi bu olguyu, çocuklar daha küçük yaşlardayken göreceğiz. Bizimle tartışırlarsa, belki düzeltebiliriz. (Bu nedenle Kimin seçimi yazısında “gerçekleri anlamak için ısrarcı olmaktan” söz etmiştim.) Ya bizimle konuşmazlarsa ne olacak.
Anne-babalar ve daha sonra anne-baba olmayı düşünenler. Size çok kötü bir haberim var. Sizden önceki bazı nesiller gibi, çocuklarınızı öğretmene teslim edip rahata eremeyeceksiniz. En azından, gerçekleri ve doğruları öğrenmesini istiyorsanız, işiniz zor.
Onların internet yaşı küçüldükçe, yanlışlardan korunmaları gereken yaş da azalıyor. Gerçekleri sorgulamayı, dolduruşa gelmemeyi, haberlerin arkasında nelerin olabileceğini, birkaç kaynaktan doğrulatmadan inanmamayı öğretmeniz gerek. Bunu başkasına bırakırsanız, çocuğun değil başkasının gerçeğini doğru sanabilir.
Düşünüyorum da, okullar öncesi devirlere doğru gidiyoruz galiba. Ya dedesi, dayısı, halası veya anne-babası yetiştirecek, ya da bir ustaya emanet edilecek. Sokrates’in Platon’u, Platon’un Aristo’yu yetiştirdiği gibi. Eğer çevrede bir Sokrates yoksa, iş size düşecek.
Özgür düşünen, yaratıcı bir çocuk mu büyüteceksiniz; yoksa anlamını bilmediği bir ideolojinin peşinde giden, başlangıçta belki sizin ama sonra başkasının yörüngesindeki mayına dönüşebilecek birini mi?
Genç anne-babalar. İşiniz çok zor olacak. Saldım çayıra, Mevla’m kayıra devri bitti.
Bu yazı ilk kez Gennaration’ın Ağustos 2011 sayısında yayınlandı
Resim şuradan alıntıdır
Etiketler: değişime uyum, değişimi yönetmek, eğitim, okul
Kategori: bilişim
7 Mart 2014
7:19 am
Hocam Merhabalar,
Yaziniz yine uzerinde dusunmeye sevk edici. Tesekkurler.
Logan’in hikayesini dinlemis miydiniz. Yorumunuz ne olur Logan’in hikayesine?
http://www.collective-evolution.com/2014/01/07/this-is-what-happens-when-a-kid-leaves-traditional-education/
21 Kasım 2015
10:30 am
Sıkça sosyal medya yalanlarına kanan arkadaşları çayıra salmamak gerektiğini söylüyorum.
29 Aralık 2015
7:54 am
Siz “Herşey internette var. Okullara gerek yok” derseniz, “Herşey internette var ama, neyin nerede aranması gerektiğini öğrenmek için okula ihtiyacınız var” derim.
26 Şubat 2016
9:25 pm
Aileden öğrenmesi gerekeni almadan gelirse, hiçbir öğretmenin veya hiçbir açık bilgi ortamının faydası olmaz.
18 Eylül 2016
7:23 pm
Bu yazının ana temasını ilk defa Yaşar Üniversitesi’nde düzenlenen “Sosyal Medya Quo Vadis?” konferansında dillendirmeye başlamıştım.