"yaşamın içinden" kategorisindeki yazılar:

01 Ocak 2023 Pazar

2022’den 2023’e geçerken

Sağlık, elbette en önemlisi. Özellikle ruh sağlığımız. Hepimize ruh ve beden sağlığımızı koruduğumuz (hatta daha iyi olduğumuz), keyifli anları daha sonraki yıllarımızda mutlulukla hatırlanacak ve anlatılacak bir sene olmasını diliyorum.

Her akşam güneşi “Yarın yine görüşelim” diye 365 kere keyifle ve sağlıkla uğurlayacağımız ve sabahın erken saatlerinde uyanamazsak bile 365 kere günü yaşayacağımız  bir 2023 senesi diliyorum.

Ruh sağlığımızı korumak için bazen kalbimizin aklımızı kandırmasına izin vermek gerekiyor. Aklımız “otur oturduğun yerde” dese de kalbimiz

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin [1]

diyor. Bu sene, hep birlikte ve birçok konuda mücadele senesi olacak muhtemelen. Yılmadan devam edeceğiz bu sene…

Nasıl ki o

şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu [2]

öylesine inanmak gerekiyor bu sene…

Sevdiklerimizle bol bol buluşacağımız ve güzel anları paylaşacağımız, sevmediklerimizle hiç karşılaşmak zorunda kalmayacağımız, bildiğimiz küfürleri aklımızdan bile geçirmek zorunda kalmayacağımız bir sene diliyorum.

Hep de kendimize değil elbette… Torunlarımızın, çocuklarımızın ve gençlerimizin büyümelerini ve başarılarını, umutla ve gururla izleyeceğimiz bir 2023 senesi diliyorum. Öylesine ki, bir sene sonra 2023’ü uğurlarken “çok keyifli bir seneydi be” diyebilelim…

 

[1] Ataol Behramoğlu
[2] Nazım Hikmet
.

01 Eylül 2022 Perşembe

Bahçıvanlık Çabalarım

Covid-19 yaygınlaşmaya başladığında, çeşitli yasaklar ve önlemler başlamadan önce İstanbul’a 2 saat mesafede bir köye göçtüğümüzden 12 Şubat 2022’de Sürdürülebilirlik Çabaları yazısında bahsetmiştim. O yazıda kompost gübre yapmaya çalıştığımı da anlatmıştım. Altı buçuk ay önceki yazıdaki (2021 sonbaharında çektiğim) resmi tekrar ekleyerek mevcut durumu anlatmak istiyorum.

 

Resimde

1 – Dal kırpıntısı, sebze-meyve artığı, biraz toprak ile oluşturduğum ve kompost gübreden sonra torf – bahçe toprağı kıvamındaki toprak. Renginin karaya döndüğünü ve içinde pembe solucanların cirit attığını, yazıda belirtmiştim.

2 – Dal öğütme makinesinin parçalamadığı incelikteki dallar ve saman yığınları. Bahçedeki yeşilliği, çiftlik sahibi komşularımız biçip kendi hayvanlarına veriyorlar. Bazen, beklenmedik bir zamanda yağmur yağıyor. Samanlar hemen çürüyor ve hayvanlar yemiyor. O zaman, bu (2) yığına ekliyorum. Sonuçta bu yığın da gübreye dönüşecek.

3 – Bu sene sonuna doğru öğütmeyi düşündüğüm dallar.

4 – Yaz aylarında öğüttüğüm dallar. Yaz boyunca tüm organik atıkları içine kattım. Biraz da toprak ekledim. Onlar da (umarım) önümüzdeki sene 1 gibi olur.

5 ve 6 – Yükseltilmiş bahçeler

Yukarıdaki 1 – 2 – 3 – 4’ün son durumu aşağıda…

🙂

Her ihtimale karşı tekrar hatırlatayım:

Dikkat: Burada yazılanlar kesinlikle bir önerme veya örnek gösterme değildir. “Şehirden gelip bağdakine akıl öğreten” biri değilim. Naçizane, bireysel çabalarımı aktarıyorum.

😉

23 Ağustos 2022 tarihinde durum şöyleydi.

Önde görülen (yarı yıkılmış) bölüm, yukarıda 1 ile belirttiğim bahçe toprağı. Gerçekten çok verimliydi. Yaz başında 8-10 el arabası dolusu toprak aldım oradan. Kenarının yıkılma nedeni de oradan toprak çekmem. O toprağı başka yere alıp domates ve biber fideleri ektik. (Ayrıntısı aşağıda… Özeti: tohumdan üretme işinde başarılı olamadım ama fidelerden çok iyi verim aldım.)

Bu arada, evde bürokrasi yıllarından kalma 😉 bir kağıt öğütme makinesi vardı. Hani önemli evrakları un ufak eden makinelerden. Hemen araştırdım. Bir kat toprak, bir kat öğütülmüş kağıt kırpıntısı koyulduğu zaman, birkaç ay içinde tümden toprağa dönüşeceği söyleniyordu. Elbette, pembe solucanların rahatça gelebilmesi için, bu düzenek toprakla temas etmeliydi. Şubat ayında tomar tomar kağıdı öğütüp dal kırpıntısı ile oluşturduğum yığına kattım. Haklıymışlar. Muhtemelen Mart ayındaki yoğun kar sayesinde, yaz geldiğinde toprağı karıştırdım, kağıt izine rastlamadım. Toprağa dönüşmüştü. Umarım pembe solucanlar mide fesadı geçirmemişlerdir. 😛

Kompost gübre veya torf yapmaya kalkışırsanız, içine çekirdek kaçmaması için dikkat etmek gerekiyor. Maalesef, kontrolüm dışında, karpuz ve kavun çekirdekleri karışmış. Toplamda 7-8 tane kavun ve karpuz olmuş.  Bazılarını resimledim. Yiyebildiklerimizin tadı güzeldi. Bazıları yeterince büyümeden çürüdü 🙁 .

Gelecek sene, içine çekirdek kaçırılmaması için daha dikkatli olacağım. “Neden?” diye sorarsanız, toprak üretmek için hazırladığım havuzdan kavun ve karpuzları toplayana kadar toprak çekemedim. Ayrıca işi bu kadar şansa bırakmak da istemem. Madem o iklimde kavun-karpuz yetişiyor, bahçede başka bir yerde daha planlı bir şekilde karpuz ve kavun yetiştirmeyi deneyeceğim.

Sadece kavuz-karpuz da değil. Rüzgarla gelen yabani bitkiler de birbuçuk ay içinde üç karış boy atmışlar, neredeyse ağaca dönüşmüşler. Gelecek sefer, yaz mevsiminde uzun süre gitmeden önce üstünü örtmeye karar verdim.

Oradan toprak çekmek de yetmiyor. Çok fazla organik madde (sebze-meyve atığı, dal kırpıntısı, yaprak, vb...) olduğu için, çok fazla böcek oluyor içinde. Hem eledikten sonra biraz güneşte kurutmak, hem de başka topraktan eklemek gerekiyor.

4 el arabası dolusu toprağı kurutmaya serdiğim sırada yağmura yakalandım. Hoş olmuyor 🙁

🙂

Gelelim ilk resimde 2 ile belirttiğim “makinenin öğütemediği incelikteki dallar, samanlar, vb…” yığınına. İkinci resimde gördüğünüz gibi, 3 metreye ulaşan yükseklikte bir yığın oldu. (Arkasında, kırmızı çatısıyla yeni yaptırdığım odunluk görülüyor.)

Bu ince dal ve saman yığınını 60-70 santimetre yüksekliği olacak şekilde yayarak toprağa gömebilseydim, şimdiye çoktan verimli toprağa dönüşmüş olurdu. Bu haliyle, sadece ortasında bir bölüm işe yarar hâle gelmiştir ama, sürekli üzerine eklediğimden… kim bilir ne zaman kullanırım. Çiftçi komşularım “içinde yılanlar yuva yapmıştır” dediler, aldırmadım. Belki yeni yapacağım yükseltilmiş bahçelerde, toprak dökmeden önce altına bu çalı-çırpıyı yerleştiririm. Böylece “hem o devasa yığından kurtulurum, hem de alttan alta verimli toprak oluşur” diye düşünüyorum. (Hayaller…)

🙂

En yukarıdaki resimde 3 ve 4 ile işaretlediğim yığınların 23 Ağustos’taki durumu şöyle:

Sağda (3) dal yığını ve solda (4) dal kırpıntısı. Yazın bir miktar dal öğüttük ama kışa girmeden sağdaki yığını da öğütmek istiyorum. Soldaki birikintinin içine kağıt kırpıntısı da katıyorum.

20+ yıldan beri CRM ve müşteri deneyimi konusunda birçok araştırma, makale, belge, vb… biriktirmişim. Bizzat yürüttüğüm projelerin dosyalar dolusu belgeleri de var. O dönemler, internet bu kadar etkin olmadığı için çoğunlukla kağıda basılı olarak saklamışım. Bugünlerde onları elden geçiriyorum. Bazıları artık işime yaramaz olduğu için geri dönüşüme ayırıyorum.

Arkaları boş ise, müsvedde kağıdı olarak saklıyorum. İki tarafı da yazılı ise, kağıt öğütücüsüne… oradan da toprağa ulaşacak. Eğer üzeri ince naylon kaplıysa… doğrudan çöp tenekesine gidecek. Bu durumda olanları nasıl geri kazanacağımı bilmiyorum.

Bazı dosyalar… projelerde o kadar detaylı belge biriktirmişim ki… Benim için artık gerekli değil ama CRM projesinde yer alacak genç arkadaşlara yararlı olabilir. Onları son dönemde CRM dersimi almış bir arkadaşa teklif ettim.

Kışa girmeden önce, mevcut torf (ilk resimdeki 1’inci havuz) toprağını eleyip bahara saklayacağımı söylemiştim. Elek üstünde kalanları da bu dal kırpıntısına ekleyeceğim. Çürüyüp toprak olmaya orada devam etsinler.

🙂

Gelelim “ürettiğim toprak” ile yaptığım tarımın sonuçlarına… Kavun-karpuzdan yukarıda bahsettim. Bir de domates ve biber fidesi ektiğimizi söylemiştim.

Aslında domatesleri ben ektim, biberleri eşim.

Uyarılarıma rağmen biberleri çok sık aralıklı ekmişti. Boyları bir karışa ulaşınca, her bir bitkiye ayrı dayanak yapmak yerine resimde gördüğünüz gibi destek yaptım. Dal kırpıntılarının bir kısmını biberlerin altındaki toprağın üstüne malç olarak serdim. Zaten biber ve domates fidelerini ekmeden önce, kendi ürettiğimiz toprağı bu dar bahçeye doldurmuştuk. Soldaki resim 13 Haziran‘da sağdaki resim 23 Ağustos‘ta çekildi. Resimde pek belli olmuyor, Ağustos’ta biberler toplanır duruma gelmişti ve kahvaltılarımızda bolca yedik.

Yine de, önümüzdeki sene biberleri daha seyrek dikme kararındayım.

Domatese gelince…

Haziran ortasında İstanbul’a gelirken ne var ne yoksa toplamıştık. Kırmızı domates azdı. Yeşil domatesleri turşu yaptık. Ağustos başında geri döndüğümüzde dalları basmış şekilde bulduk. Yaklaşık 20 gün boyunca, kahvaltı ve yemeklerimizde kendi ürünlerimizi yedik.

Domates için saatlerce video seyrettim. Nasıl ekilir, alt yapraklar ne zaman budanır, diğer yapraklar ne zaman budanır, toprağı ne zaman yükseltilir, vb… Dünyada 360, Türkiye’de 40+ çeşit domates olduğunu öğrenene kadar zaman geçti. Kimi diyor ki “domates az su ister“, başkası “ne kadar sularsan o kadar domates alırsın” diye iddia ediyor. Açıkçası, öğrenmek vakit aldı. Yukarıda resmi görülen dışında bir domates eksem başarılı olur muyum? Hiç emin değilim.

24 Ağustos‘ta İstanbul’a gelirken yine bütün domatesleri topladık. Tüm topladıklarımızı saymaya çalıştım. (Görmemişin domatesi olmuş…) Sanırım 4 fideden 80 civarında domates aldık.

Naneler de hemen önde… Geçen sene dere otu ve maydanoz da verim almıştık ama bu sene sadece nane toplayabildik. Sanırım tohumdan üretme konusunda oldukça başarısızım.

🙁

Köyümüze, en iyi ihtimalle 22 – 23 Eylül gibi gidebileceğiz. Uzun kalabilirsek dal öğüteceğim, hava kötü olmazsa kavun-karpuz yetişen kısımdan toprak eleyip gelecek bahar için hazır tutacağım. Kafamda bir yapılacak işler listesi var.

Hayırlısı…

😉

31 Ağustos 2022 Çarşamba

Dürüst ama Güvenilmez – 2

Geçenlerde evdeki eski ıvır-zıvırı elden geçirirken (eski yıllardan kalma basılı CRM ve müşteri deneyimi makalelerini artık geri dönüşüme gönderirken) şu 25+ yıllık sayfaya rastladım.

Epey anılar depreşti.

Ortalama tanışıklığı o yıllarda 20+ (şimdi 45+) yıl olan bir grup arkadaş birlikte kayak tatili yapmaya karar vermiştik. Birkaç otele dağıldık. Bizim seçtiğimiz otel 20-25 odalı, 3 yıldızlı bir oteldi. 25 sene önce şimdiki internet kolaylıkları olmadığından, otele gidene kadar nasıl bir yerle karşılaşacağımızı da pek bilmiyorduk.

Uçak İstanbul’dan gecikmeli kalktı. İsviçre’de birimizin bavulu kayboldu. Board ve kayaklar çok sonra geldi. Onca keşmekeş içinde, kalacağımız yere (Champery) giden en son trene zor yetiştik. Otele vardığımızda saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kapıda kilit filan yoktu. İçeri girdik. Resepsiyon bankosunun üzerinde bu kağıdı bulduk. Odanın anahtarı da üzerine koyulmuştu.

Her nasılsa sakladığım bu kağıdı yıllar sonra bulunca elbette ilk aklıma gelen GÜVEN duygusu oldu. Blog’umda 10 yıl önce yayınladığım yazıları da hatırladım ve güncel durumu merak ettim.

😀

10 yıl önce, Fatmanur Erdoğan’ın Facebook’ta sorduğu “Sizce Türk insanı dürüst insan mıdır?” sorusuna yanıtımı ve gelen yorumları yayınlamıştım.

    1. Bencil ama Dürüst
    2. Dürüst Buluyor ama Güvenmiyor

yazıları o dönemden kalma…

Kavramı tanımlamayanlar, olumsuz yorumları yapanlara hakaret eden cümleler kurmuşlardı. Sonra (2’inci yazının konusu) bir üniversite “Türkiye Değerler Haritası“nı yayınlamıştı. Haklı çıkmıştım.

😉

Bu yazıyı yayınlamadan önce, güncellenmiş bir Türkiye Değerler Haritası var mı diye Google’da araştırdım. Bazı çalışmalara ulaştım:

2015 tarihli 6. Dalga Dünya Değerler Araştırması’nda Türkiye içinTürkiye toplumunun insanlara güveni de oldukça düşüktür. Halkın yalnızca yüzde 11.6’sı çoğu insana güvenilebileceğini düşünürken, yüzde 82.9’luk büyük çoğunluk, diğer insanlarla etkileşime geçerken çok dikkatli olunması gerektiğini düşünüyor” denilmiş.

Uluslararası Politika Akademisi sitesindeki 2 Ağustos 2020 tarihli DÜNYA DEĞERLER ARAŞTIRMASI 7. DALGA VERİ SETİNDEKİ TÜRKİYE BULGULARI yazısında bazı ayrıntılar ve içgörüler var. Güven konusunu alıntılayacak bir cümle bulamadım.

Dünya Değerler Araştırması 7. Dalga (2017 – 2020) konusunda

Bulgular ve İçgörüler

Wikipedi’de Bulgular

18 Ocak 2022 tarihli, Sayın Hande Karabatak Binns‘in Dünya Değerler Araştırmasının Türkiye Üzerine Düşündürdükleri isimli bir yazısıyla karşılaştım. Yorumları dikkate aldım ama güven konusunda ipucu bulamadım.

Sayın Hande Karabatak Binns’in yazısındaki link sayesinde “Dünya’da neler özendiriliyor” diye bakma şansım da oldu.

EKLEME:

Yazıyı yayınladıktan sonra Linkedin’de katkı yapan Mustafa Said YILDIZ sayesinde TEPAV’ın “Neden Türkler birbirine güvenmiyor” yazısına ulaştım. Dünya Değerler Araştırması’nın 5 ve 6’ıncı dalgasını yorumlamıştı. 7’inci dalga araştırma sonuçlarını aramaya devam ediyorum.

Güven konusunda, 2012  ve 2015 araştırmaları gibi bir içgörü bulamadım. (Sanırım benim beceriksizliğim.)

😮

Çoğu insana güvenmek” ve “diğer insanlarla rahatça etkileşime geçmek” konusunda varsa araştırma sonuçlarını, bildiğiniz araştırma yoksa sizlerin görüşünüzü öğrenebilir miyim?

😉