"yaşamın içinden" kategorisindeki yazılar:

01 Ağustos 2022 Pazartesi

Taraftarlık ve İlkeler

Aşağıdaki görseli, Fenerbahçe – Dinamo Kiev maçından sonra yorumları okurken çektim.

26 Şubat’ta yazdığının tersini Fenerbahçe – Dinamo Kiev maçından sonra yazmış.

🙁

Hemen her fırsatta, taraftarlık sağlıklı düşünmeyi engeller diye vurguluyorum. Soljenitsin’in “İdeoloji her suçu haklı kılar” cümlesini rehber edindim. Bu konuda yazdıklarımın listesi aşağıda.

Taraftarlık deyince,  takım tutmak, ideolojiyi aşırı savunmak, -izm tutkunu olmak, bir inancı her şeyin üstünde görmek… de işin içine giriyor. Yukarıdaki görsel, en güzel örneklerden biri olarak koleksiyonumda duracak.

Uzun yıllardan beri takım tutmuyorum. Size de öneririm. Daha ilkeli ve düzgün düşünmeyi sağlar.

😉

NOT: İlgili yazılar

[1] – İdeoloji ve Suç

[2] – -izm’siz Düşünememek

[3] – Olgular, Duygular, Taraftarlık

[4] – Taraftarlık

[5] – Taraftarlık 2

[6] – Taraftarlık > İnsanlık

[7] – Gerçekçi Bakış

[8] – Rakibi Küçümsemek

[9] – Sosyal Mecralarda Zorunlu Taraftarlık

[10] – Fanatiklik

[11] – Dünya …’liler Günü

 

16 Haziran 2022 Perşembe

Optimum ve Sub-optimum

Değerli ekonomi profesörü Daron Acemoğlu’nun bir konuşmasını izlerken aklımda kalan cümlelerden biri şuydu: “Sub-optimumların toplamı optimum yapmaz.” Hatırladığım kadarıyla, “Ulusların Düşüşü” diye tercüme edilen “Why Nations Fail” kitabı hakkında bir konuşmaydı.

Daha sonra defalarca bu cümleyi doğrulayan olgularla karşılaştım. Çoğunlukla da (dinleyen varsa) cümleyi tekrarladım: “Sub-optimumların toplamı optimum yapmaz.”

😮

Optimum kavramıyla ilk kez, işletmecilik okurken karşılaştım. Rahmetli Muhan Sosyal hocamız [1] , [2] , [3] anlattı. İlk dinlediğimde anladığımı söylersem yalan olur. Azami veya asgari (maksimum veya minimum) değil. En hızlı veya en çok da değil… Optimum kavramının birden çok değişkeni olduğunu ve tüm değişkenlerin teker teker değil de bir arada “en …” oluşturduğunu zamanla anladım.

TDK “en elverişli ve en uygun” ve “uygun değer” diye tanımlamış.

😉

Deniz nakliyatı sektöründe çalışırken “ekonomik hız” kavramını öğrendim. Gemiler yüksek bedellerle kiralanıyor. Günlük #bin dolar ücret denildiğinde gün / saat / dakika hesaplanıyor. Yakıt parasını da kiralayan ödüyor. Maksimum hız ile gidildiğinde daha az kiralama ücreti ödeniyor ama yakıt gideri daha fazla olabiliyor. Yavaş gidince de yakıt bedeli azalıyor ama kiralama süresi artıyor.

Bugünün akaryakıt fiyatları ile, aslında herkes “ekonomik hız” kavramını öğrenmeli.

Daha sonra bunu araba kullanırken düşünmeye başladım. Düz yolda ileride kırmızı ışık yandığını görüyorsunuz. Ayağınızı gazdan çekiyorsunuz. Arabanız yavaşlıyor ve biri hemen selektör yanık söndürerek size işaret veriyor. Hasbelkader üzerinizden atlayabilse, sadece 15 metre sonra duracak zaten. Tüm ufku, önündeki araba kadar olan insanlara optimum kavramının anlatılamayacağını trafikte fark ettim.

Yavaşladığınızda size selektör yapan kişi, ekonomik olması için yokuşu boş vitesle iniyordur veya akşam saatinde farlarını açmıyordur, muhtemelen. [Bu söylediğim dahil olmak üzere, bütün genellemeler yanlıştır.]

🙂

Optimum kavramını tartıştığım bir arkadaşım, “ailede bu kavramın hiç öğretilmediğini” söyledi. Olur mu? “Odadan çıkarken ışıkları kapat” diye eğitilmiş bir nesil olarak itiraz ettim ama verdiği örneği de aklıma kaydettim. “Doydum” dediğinde, son pirinç tanesine kadar yemeni isteyen, “tabakta kalan pirinç sayısı kadar çocuğun olur” diye korkutan anne… optimum kavramını umursuyor mudur?

Biliyor musunuz, bunun yansımasını her şey dahil tatil köylerinde görüyorum. Benim yarım kadar kilosu olan biri, 2 gün boyunca yesem bitiremeyeceğim kadar yemeği tabağına dolduruyor. Üstelik, aynı tabağa koyulmaması gerekenler de bir arada… Salata, zeytinyağlı, yanında parça et, üstüne lahmacun, üstüne peynir… Bakıyorum, yemeğini bitirip masadan kalkarken tabağın hâlâ çoğu dolu. Yapabilen varsa “sadece yiyebileceğin kadar al” diye anlatsın.

🙁

Geçenlerde günü kurtaran” yazılımcı örneğini aktarmıştım. Bu “günü kurtarmak” veya “anlık çözüm” veya “ehven-i şer” yaklaşımları da sub-optimumlardır ve çoğunlukla insanın eline ve beynine yapışır. Giderek büyük resmi düşünemez, sadece kısa vadeli hedeflerle yetinirler.

Ödevler ve görevler de öyledir. MBA öğrencilerine “ödev gibi değil, iş hayatındaki gibi hazırlayın” diyorum. Kişilikleri ödevlere yansıyor.

Mustafa Kemal’in (Atatürk soyadı almadan önce) Sivas Kongresinde mandacılık taraftarlarına söylediği ve hep hatırladığım bir cümle de şudur: “Ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür.” Kesinlikle haklıdır.

🙂

Profesör Daron Acemoğlu, geri kalmış ülkelerin bir özelliğinin de sürekli olarak “sub-optimum çözümler peşinde koşmak” olduğunu söylemişti. Zaten yazının konusu olan cümle, bu nedenle söylenmişti.

Sub-optimumların toplamı optimum yapmaz.”

.

13 Mayıs 2022 Cuma

Eline Yapışır

İnsanın işine gösterdiği özen (veya özensizlik) zamanla eline yapışır.

😉

Özen, çocuklara küçük yaştan verilmesi gereken bir alışkanlık olmalı. Örneğin, sadece ödevlerini yapmak değil, güzel yazmak… Kendi eşyalarını ve oyuncaklarını toplamasını sağlamak. Size evde iş yaparken veya mutfakta yardım ettiğinde, düzenli bırakmayı öğretmek… Zamanla eline yapışır, alışkanlık haline gelir.

İş hayatında, bazen “doğru işi yapmak” ve “işi doğru yapmak” arasında tartışmalar olur. Doğru işi yapanların çoğunlukla özensiz davranıp “yaptım işte, daha ne istiyorsunuz” dediğini görmüşümdür.  Siz çocuklarınıza daha küçük yaştan “doğru işi yapmakla yetinmemeli, onu da doğru yapmalısın” diye öğretmelisiniz.

🙂

Dün dostlarla oturduk, sohbet sohbeti açtı. Birçok konu konuşuldu. Bu arada bir yazılımcıdan da bahsettik. Arkadaşlarımızdan biri “Sanırım çok iyi yazılımcı… epey pahalı” dedi. Diğeri “Pek iyi sayılmaz… yazdığı kodu gördüm” deyince konuyu irdeledik. Öznemiz, bir ajansın müşterisi için çalışmış. Öylesine, müşterinin o anda sorununu çözen “günü kurtarır” bir iş yapmış.

Kişi özelinde durmayıp, genel eğilimi konuştuk. Bazı ajanslarda çalışan yazılımcıların advergame, app, facebook uygulamaları gibi işlerde günü kurtarır çözümleri alışkanlık haline getirdiğini, aynı ajansın başka müşterisinde bile kullanılacak bir ürün oluşturmadığını ve zamanla bu tutumun yazılımcının eline yapıştığını tartıştık. Daha sonra hemen her işlerinde, öylesine (anlık, geçici) bir çözüm üretiyorlar ve kalıcılığını pek umursamıyorlar.

Yazılım ürünü oluşturma konusunu, birkaç sene önce eski arkadaşım İlhan Bağören ile yazışmıştık. Türkiye’de “yetenekli yazılımcılar olduğunu ama genelde müşteriye özel işler yapıldığını, başka yerlerde (hatta yurt dışında) kullanılacak ürün oluşturma konusunda pek zayıf olunduğunu” söylemişti. Dün masamızda konuşulanlar da benzer idi.

😮

Aşağıdaki resimde torunumla nane fidesi yetiştirme çalışmamızı görüyorsunuz. Sapına zarar vermeden yaprakları ayırıyoruz, sonra da taç yapraklı kısmını üstünde sapların geçebileceği kadar delikler olan içi su dolu kaba yerleştiriyoruz. Bir dede olarak torunumu germeden ve sıkmadan, her konuda özen göstermenin önemini örneklerle ve uygulamalı şekilde aktarmaya çalışıyorum.

Bir süre sonra bana “Dede, sen sadece kes getir. Yapraklarını ayırıp deliklere yerleştirme işini ben yapacağım” dedi. “Yaprakları koparırken sapını kırmamak çok önemli” diye anlatma fırsatı buldum.

😀

Küfürlü konuşmak da insanın diline yapışır, bir süre sonra düzgün konuşamaz. İçinde “mq” geçmeyen cümle kuramayanlar veya sadece “yâni… aynen…” kelimeleri ile konuşalar var ya… Öyle…

😉

Burada, “eline, diline…” klişesinden bahsetmeyeyim. Bir işi düzgün ve özenli yapmak, kişinin kendisine saygısının ifadesidir.

Diğer şekilde yaparsanız, elinize ve/veya dilinize yapışır. Kolay söküp atamazsınız.

.