Soğanı ince doğra…
Kulaktan kulağa anlatıyorum. Bugünün ünlü tıp adamlarından birinden dinleyen bir dostum bana aktardı.
Ortaokul yıllarında babası ölmüş. Babasının ortak olduğu lokantadan gelen para azalmaya başlamış. Bizimki, ailenin en büyük erkek evladı… Okula ara vermiş, lokantada çalışmaya başlamış.
Sabah erkenden amcaoğlu ile beraber işe başlıyorlar. Kör karanlıkta alışverişi yapıyorlar. Sonra tüm sebzeleri tertemiz yıkıyorlar. Aşçı geliyor. “Şunları soyun, bunları doğrayın. Öyle değil, böyle kesin…” deyip duruyor. Sürekli olarak talimatlar yağıyor. Zaten garsonluğu da bizimkiler yapıyor.
Giderek “Her şeyi biz yapıyoruz!” demeye başlıyorlar. Her akşam eve geldiklerinde annelerine söyledikleri bu: “Her işi biz yapıyoruz!”
Bu durum, aşçının hasta olup gelemediği güne kadar sürüyor. O gün, “her şeyi biz yapıyoruz” diyen iki amcaoğlu, bir tek kap yemek bile çıkaramıyorlar.
O zaman anlıyorlar ki, patates soymak, soğan doğramak, havuç rendelemek aslında yemek yapmak anlamına gelmiyor.
İş hayatında da bütünü göremeyenler, “her şeyi ben yapıyorum” diyorlar. Fıkrası biliniyordur. “Siz de söyleyin” demiş doktor, “tıbben bir sakıncası yok”. Tıbben yok ama fikren var. Kendinizi kandırmayın.
Etiketler: cehalet, cesaret, lokanta
Kategori: İş hayatı, yaşamın içinden
13 Ekim 2008
7:36 pm
Garson olup herşeyi ben yapıyorum diyenler değil de havuç olup da herşeyi ben yapıyorum diyenler yok mu onlara cidden kopuyorum hocam 🙂
13 Ekim 2008
9:22 pm
“Havuç olup da…” diyerek nazik söylemişsin Süleyman. Çok yaşa, keyifli yaşa… 🙂
13 Ekim 2008
9:32 pm
Uğur Abi bu hikayeyi okumak ta bizzat senden dinlemek kadar keyif verdi, eline sağlık! =)
14 Ekim 2008
7:47 am
Bundan sonra da tekrar tekrar anlatilasi bir hikaye olmus. Kendime cikardigim ders “cok is degil”, “onemli is”. Tabi onemli isi gormek icin de bütünü gorebilmek gerekiyor.
14 Ekim 2008
8:59 am
Özgür,
Dediğin gibi “bütünü görebilmek gerekiyor”. Çok iş değil, önemli iş… Hatta “işin önemli kısmı”… Gerisini havuçlar da yapıyor, garsonlar da… 🙂
14 Ekim 2008
11:00 am
Yöneticiliğin önemini anlatan çok güzel bir hikaye olmuş. Ayrıca bana kalırsa her insanın kendi görevini özümsemesinin önemini vurguladığı gibi bizden farklı noktalarda olan insanlara saygımızı korumayı da öğütlüyor. Bazen bizlerin göremediklerini biz farketmesek bile onların fark edebildiklerine işaret ediyor. Onları beğenmeyerek aşağılayıcı konuşmaktansa, yapabildiklerine odaklanıp takdir etmenin en önemli kariyer ve yaşam olgunluğu olduğunun altını çiziyor.
14 Ekim 2008
1:49 pm
Teşekkürler Fatmanur hanım,
Yazıyı belirttiğiniz gerekçelerle yazmıştım. Ne var ki, bazen üst yönetim de “her işi ben yapıyorum” diyene inanıyor. Aşçı gidince maliyetinin azalacağını sanan bile çıkıyor.
18 Ekim 2008
8:52 am
Çok beğendim : ) Lakin şu soruyu sormadan rahat duramayacağım. Peki sadece aşçı işe geldiğinde ne oluyor ? Sadece yemek yapmak, sunmadıktan sonra ne yarar sağlıyor?
18 Ekim 2008
9:37 pm
Onur,
Beğeni için teşekkürler.
Soruya gelelim… Sence ahçı kendi kendine evde kilolarca yemek yapıyor mudur? Acaba bu yazıyı okuyunca akılda kalan soru “Sadece yemek yapmak, sunmadıktan sonra ne yarar sağlıyor?” mudur? Bir düşünelim…
Garson’un bu olguda “pazarlamacı” ile bütünleştirilmesi ciddi bir yanlış. Unutmayalım, bu yazıyı yazan da (yani ben) pazarlama profesyoneli…
29 Mart 2010
1:42 pm
Ben de şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum: Ahçı bunca süre neden sadece soğan doğratmış? Neyi nasıl doğratacağını öğretmiş ama başka hiçbir şey öğretmemiş!
Yazıda bahsi geçen ahçı, statükocu ve yerini kaybetmekten korkan bir ahçı olabilir mi acaba?