Takım oluşturma kültürü
ODTÜ’de öğrenciyken “Sosyo-Teknik Sistemler” diye bir ders almıştık. Aslında UCLA’de doktora düzeyinde verilen bir dersi, hocamız Kamil Kozan bize uyarlayarak anlatmıştı.
Her üretim sisteminin her ülkede aynı şekilde başarılı olmadığını… Üretim sistemlerinin, ancak topluma uygun ise verimli olduklarını görmüştük. Volvo arabalarını 16’şar kişilik iş istasyonlarında üretiyorlardı. Hem kalitesi, hem de verimi giderek artan bir yöntem oluşmuştu.
😛
Nedeni şu idi (yanlış anımsamıyorsam)… Viking gemileri de 16’şar kişiden oluşuyordu. Beğenmedikleri kişiyi başka gemiye yolluyorlar, başka gemilerdeki beğendikleri kişilere teklifte bulunuyorlardı. Ganimetleri de 16 kişi paylaşıyordu. Böylece hep iyi anlaşan, aynı hedefe yönelik 16’lı ekipler oluyordu.
Araba üretirken de aynı yöntemi uygulamışlardı. Bir işçi, jant kapağını takıyor, sonra farı vidalıyor, sonra tamponu yerine yerleştiriyordu. Her işçi her işi yapabilecek şekilde gelişiyordu. Hep aynı yerde, aynı vidayı sıkmadıklarından, işe karşı yabancılaşma da yaşamıyorlardı.
Hangi ekibin arabayı yaptığı seri numarasından anlaşılıyordu. Araba bozulduğunda, hangi ekibin işi olduğu bilindiğinden, “hep daha iyi” yapmak için aralarında yarışıyorlardı. “En iyi ekip” için ölçülebilir kriterler vardı.
Ekip arkadaşları kadar özen göstermeyenleri aralarından gönderiyor, diğer ekiplerdeki iyilere teklifte bulunuyorlardı. Viking gemileri gibi…
😛
Aynı yöntemi ABD’de denediklerinde çok başarısız oldu. ABD’de fazla çalışanın emeğini paylaşmaya (onun üzerinden fırsat sağlamaya) yönelik bir kültür vardı. Birisi daha yavaş yapmaya başlayınca… “Ben çok çalışırsam emeğimi sömürürler” diye düşünüyorlardı. Herkes, en yavaş çalışana uyum sağlıyordu.
- Türkiye’de de bir apartmanın su gideri ortak ise, herkes daha az harcamaya değil, daha fazla su kullanmaya çalışır. Benim kullandığımı onlar ödüyor mantığı ile… Aynı düşünce yapısı…
Bırakın kaliteyi artırmayı… Korkunç finansal zararlar ortaya çıktı.
ABD için en iyisinin montaj hattı olduğu anlaşıldı. Hani şu “en zayıf halka” konusu…
🙁
Bunları niye mi yazdım. Eğer birisi, “diğerleri daha az çalıştığı için” performansını bilerek düşürüyorsa… Orada bir ekip yoktur. Ama daha fazlası, oradakilerle zaten ekip oluşturamazsınız. Kültür uygun değildir.
Boş yere çabalamayın.
😉
Etiketler: ekip, ekip ruhu, kalite, Kamil Kozan, kültür, ODTÜ, verimlilik
Kategori: İş hayatı, yaşamın içinden
21 Ocak 2010
8:55 am
Ekip olabilmek için sanırım herkesin, “Birbirlerimizi sevmek zorunda değiliz, ama birlikte çalışmak zorundayız. Önyargılardan kurtulup, asgari müşterekte buluşmayı bilmeliyiz” demesi gerekir.
Sonra da tüm enerjisini ortak amaç ya da ortaya çıkarılacak ürün için kullanması gerekir.
21 Ocak 2010
10:32 pm
Takım olamayanları başaran gruplarda benim bugüne kadar gözlemlediğim, herkesin hedefinin başka olmasıydı. Birçok zaman ne yazık ki insanların amacı işi güzel bir şekilde ortaya çıkarmak olmuyor. Hedefi terfi aracı olarak gören, ego tatmini arayan, kişisel başarı öyküsü yazmak isteyen….
21 Ocak 2010
11:25 pm
Çok güzel, bilgilendirici bir paylaşım olmuş 🙂 ODTÜ’de öğrenciyken demiş, hatırladığınız kadarıyla anlatmışsınız. Ne güzel o zamanlar üniversitelerde daha iyi şeyler anlatılıyormuş demek ki. Sanmıyorum mezun olduktan yıllar sonrasında “Üniversitedeyken, hocamız…” diye başlayan yazılar yazabileceğimi..
21 Ocak 2010
11:46 pm
İnşaat gibi tamamen organizasyon becerisine dayanan bir sektörde olmakla beraber, yıllardır içinde bulunduğum projelerde ekip veya takım çalışması sisteminden çok, iyi bir lider ve görev adamlarının olduğu sistemlerin daha başarılı olduğunu gördüm. Herkesden herşeyi beklemek yerine herkes kimden ne beklendiğini bilirse daha başarılı olunuyor.
22 Ocak 2010
12:19 am
Uğuru Hocam ,
Bizim ülkedeyse bir projeye Türk gibi başlanıyor; büyük bir heyecanla planlar yapılıyor. Alman gibi disiplinli bi şekilde o proje devam ettirilmeye çalışılıyor. O devam etme sürecinde takıma ruhuna, kültüre ya da projeye inanmayanlar eleniyor. Kalanlarsa projeye devam edip İngiliz gibi bitiriyorlar ya da bir kültür ve iş disiplini oturtamadıkları için bitiremiyorlar. Ama hedefe ulaşmak için Alman disipliniyle çalışmak gerekiyor sanırım. Yoksa ne kültür oluyor ne de takım ruhu. Bunlar olmayınca İngilizlerinki gibi titiz bir sonuç da ortaya çıkmıyor.
23 Ocak 2010
12:40 pm
Utandım..
Bir süredir, bir projede üstlerim dahil herkes öyle özensiz, dikkatsiz ve hızlı (evet, ağır değil, gereğinden hızlı) çalıştı ki; “Ulen ben niye işime özeniyorum, bana gelen iş özensizken” dedim.
Gerçi bu durumdan şikayetimi ve beni de olumsuz etkilediğini dün akşam anlattım patrona ama. Bugün üzerine bunu okuyunca…
24 Ocak 2010
12:42 am
Uğur Hocam süper örnek aklına sağlık. Bu arada ne yazık ki, bizim de Vikingler gibi değil, Amerikalılar gibi olduğumuzu bir kez daha hatırladık:(
19 Şubat 2010
1:51 pm
Hocam harika bir yazı çok etkilendim takım arkadaslarım temposunu düşürdüklerinde bende temposunu düşüren biri değilim ama okuduğumda yine de tokat gibi geldi kaleminize sağlık:)
10 Mart 2010
7:06 am
Yukarıdaki yazıda sözünü etmiştim. Kendini en zayıf halka ile ölçenlerden mi olmak istersiniz, en güçlü olanlarla mı?…
4 Eylül 2010
2:52 pm
Ugur’cugum yillar sonra anlattigim bir dersin–hem de dogru olarak–burada anlatilmasindan cok etkilendim. Ayni prensipler hala gecerli. Total Quality Management, Re-engineering, Lean Systems, ve Self-managing Teams adlari altinda yeniden ve zamana uyarlanarak hayat buldular.
KK
4 Eylül 2010
10:39 pm
Kamil hocam,
Blogumda yorumunuzu görünce çok sevindim.
😀
Dediğiniz gibi, her 3 – 5 yılda bir ismi değişse de prensipler aynı. Bize iyi öğretmişsiniz hocam. Tekrar teşekkürler.
5 Eylül 2010
10:47 am
Ali Bayrakçı, “Takım olma ve Ülke Kültürü” yazısında, Japonların kültürü konusunda değerli ipuçları veriyor.
24 Kasım 2010
11:18 am
[…] Acar, Aylin Ertürk, Emin Çeşmebaşı, Kamil Kozan, Mete Tanrıkut, Ömer Yağız adını her fırsatta andığım, öğrencileri olmaktan gurur […]
5 Ocak 2011
7:38 am
Ekibe bakarken, patronun girişimci veya profesyonel olması, bakış açısını değiştirmemeli. Değişiyorsa, ekibin parçası değilsinizdir.
1 Ağustos 2016
9:06 pm
Ekipler, gidenin (oyundan atılanın) eksikliğini kapatmak için daha fazla çalışırlar. Bunu bir angarya diye görmezler, ekip olmanın doğal koşulu olarak algılarlar.