Yöneticiler "kazanan" mıdır?
İş hayatındaki gücünü sürekli bir şekilde, her yerde ve her koşulda vurgulamaya çalışan bir üst yönetici biliyorum. Onu düşününce ODTÜ’de efsane hocamız merhum Muhan Soysal’dan, Müzakere Psikolojisi dersi alırken tartıştığımız bir konu aklıma geldi.
Kazanan – kaybeden (winner / looser) konusunda bir tartışma idi. Ne de olsa İşletmecilik öğrencileriyiz. Aklımız hep yönetim konularında… Dolayısıyla tartışma “yönetenler, kazanan mıdır; yönetilenler kaybeden midir?” noktasına geldi. Çok sayıda üst yönetici (çalışanlara karşı), marka müdürü (ajanslara karşı), satın alma müdürü (satıcılara karşı), öğretim üyesi (öğrencilere karşı), baba (aile fertlerine karşı), memur (o dairede işi olan girişimcilere karşı), bankacı (kredi isteyenlere karşı), vb… yöneten durumundadır. Bunların hepsini “kazanan” diye sıfatlandırabilir miyiz?
O gün, şunu öğrendik. “Kazanan” olmayı belirleyen şey, koltuk veya ünvan değildir. Bilinç düzeyidir. Ne zaman, kim / ne tarafından, hangi nedenden ötürü ve nasıl yönetildiğini biliyorsan, “kazanan”sın. Kendine ait olmayan bir güç nedeniyle yöneten durumundaysan ve bu gücü kendi gücün zannediyorsan “kaybeden” olma ihtimalin çok yüksek.
Bu noktada düşünmek gerek. Güç mü seni yönetiyor, sen mi gücü yönetiyorsun?
Etiketler: güç, kaybeden, kazanan, Muhan Soysal, müzakere, pazarlık, ünvan, yönetim
Kategori: İş hayatı, yaşamın içinden
24 Ağustos 2008
4:37 pm
Tek kelimeyle mükemmel bir tespit. Olumsuz durumları olumluya çevirebilmek için motivasyon kazanmak amacıyla bu yazınızı ara ara açıp okumak gerek, elinize sağlık.
25 Ağustos 2008
7:33 am
İlginiz için teşekkür ederim.
25 Ağustos 2008
11:06 am
Çok doğru bir tespit. Ayrıca Muhan Bey’e de Allah rahmet eylesin.
25 Ağustos 2008
12:30 pm
Bugün iki tane yazı okuyacağım dedim, birini buradan seçtim, diğerini kişisel bir blogdan seçtim ve ikisi de doğrudan olmasa da dolaylı olarak birbirini tamamladı.
Bugün bir arkadaşım, şirkete gelen ziyaretçilerimizin (10 kişi) basit bir ricası için müdürlerden birine bir istekte bulundu. Üst-ast ilişkisinden öte, talebi dinlenmeden önce azar, sonra da red cevabını işitmiş, yanımıza 5 karış suratla döndü.
Sözkonusu insan suratsızlığıyla ün yapmış olduğundan, konuşmanın nasıl geçtiğini tahmin ettim ve bir de ben denemek istedim.
Böyle zorba insanların anladığı tek şey vardır, güç. Kendimi direktörlerinin odasına attım ve iletişim becerilerimi kullanarak ricamı direk olarak bu kişinin direktörüne ilettim.
Aynı müdür 10 dakika sonra direktöründen gelen talebi karşılamak üzere toplantı odasına gelip bizi görünce oldukça şaşırdı tabi…
Sanırım o an “kazanan” olmadığının farkına varmış olacaktı ki yüzünde zoraki bir gülümsemeden başka hiç bir ifade yoktu.
Dediğin gibi Uğur Abi, güç, onu etkili şekilde kullanabilen için değerlidir, yoksa tek başına kazanmaya yetmiyor.
27 Ağustos 2008
10:02 am
Ben burada ‘algıların’ ne rol oynadığı konusundaki fikirlerinizi öğrenmek isterim. ‘Öyle algılıyorum, o zaman düşündüğüm gibisin’ yaklaşımını her insan zaman zaman kulanıyor.
27 Ağustos 2008
5:12 pm
Gücün kullanımına ilişkin güzel bir örneği Kariyer Yolculuğu’nda http://kariyeryolculugu.com/2008/05/28/degisime-uyum-egitimi/ yazısının (8 + 10 + 11 no’lu) yorumlarında vermiştim. Orada muhteşem bir gücü olan kişiyi anlattım. Ama gözümüzde hep “kazanan” durumundaydı.
Algılara geldiğimizde, bir kişinin kazanan mı kaybeden mi olduğunu, olay anında bilemeyebiliriz. Güç kullanma biçimini yanlış yorumlayabiliriz de… Görev “Size ölmeyi emrediyorum!” demeyi gerektirdiğinde, gücün nereden geldiğinin de bizim algımızın da hiç önemi yok.
Dolayısıyla, bizim algımızın değil bilinç düzeyinin (yani kişinin kendisinin) sıfatlandırmasına kalıyor, “kazanan” ya da “kaybeden” olmak.
Ancak, “ibrikçi” tabir edilen (örneğin Tapu Dairesi’nde, Profesör olan eşimi “sen okuma yazma biliyor musun?” diyerek aşağılamaya çalışan) memur biçiminin her zaman “kaybeden” olacağını söyleyebilirim. 🙂
1 Ekim 2009
3:13 pm
Çoğu zaman Uğur Abi’nin dediği gibi, kazanan olmayı belirleyen şey, koltuk veya ünvan değildir.
5 Şubat 2010
11:52 am
[…] hocam (kutup yıldızım) Muhan Soysal “Müzakere Psikolojisi” [1] [2] dersinde defalarca […]
18 Temmuz 2011
1:01 am
Ya abicim inan ki uyutmuyorsun. Gecenin bir yarısı olmuş… bu saate kadar zaten yeterince okumaktan gözlerim yorgun düşmüş, beynim zonkluyor… Yine de bir takıldım sana… Bırakamıyorum da… Ordan oraya linklere tıkla tıkla derken pes diyorum yani 🙂
Sayende bazı düşüncelerimizin örtüşmesinin yanında hiç bilmedigimiz, daha önce düşünmedigimiz bir düşünce biçiminde çok şeyler ögreniyorum… Ögrenmeye meraklı bir insan olarak peşini zor bırakırım:-)
18 Temmuz 2011
6:39 am
Fatih,
Haftaya güzel başlamama neden olan satırların için çok teşekkür ederim.
4 Şubat 2013
10:55 pm
İşte bu çocuklar büyüdüklerinde ücretli çalışır ama bir türlü profesyonel olmayı beceremezler. Defalarca söyledim ve yazdım. Kişiyi köle yapan patronun değil kendi bakış açısıdır. Aynı nedenle, kölelik bir konum veya durum değil, bir ruh halidir. Yöneticiyken bile köle olarak kalırlar.
15 Kasım 2013
9:58 pm
1 – Profesyonel ≠ Ücretli
2 – Kişiyi köle yapan, başkasının değil kendi bakış açısıdır.
3 – Kölelik bir konum veya durum değil, bir ruh halidir.
8 Aralık 2013
9:08 am
Bir unvan yazısı
14 Aralık 2013
1:34 pm
İş hayatımdaki aksiyonlar dolayısıyla arkadaşlarıma sürekli anlattığım şeyi sizin yazdığınızı görünce mutlu oldum hocam. Teşekkürler. 🙂
Eğer neden yönetildiğinizi biliyor ve nasıl yönetileceğinizi tayin edebiliyorsanız zaten esas yöneten sizsiniz demektir. 🙂
3 Eylül 2014
6:03 pm
Defalarca söyledim ve yazdım. Sizi köle yapan patronun değil kendi bakış açınızdır. Aynı nedenle, kölelik bir konum veya durum değil, bir ruh halidir.