Terazinin kefesi…
Projenin kuramsal tasarımını yaptım. Aynı projede birkaç tane “Türkiye’de ilk defa…” olacaktı (oldu nitekim 🙂 ). Tüm üçüncü taraflarla görüştüm. Özellikle de yüklenici olan IT firmaları ile. Altyapı çalışmaları sorunsuz yürümeye başladı.
İşin “operasyonel” kısımlarına geldi sıra… Bunların tamamını yardımcıma bıraktım. Yanıma geldiğinde 6 – 7 yıllık iş tecrübesi vardı ama hiç Pazarlama’da çalışmamıştı. Onu pazarlamacı olarak yetiştirmeyi amaçladım. Her fırsatta ayrıntılı olarak bakış açısı kazandırmaya çalışıyordum. Anlattım, anlattım… Olayların nasıl okunması gerektiğinden, sunum hazırlarken neye dikkat edileceğine kadar…
Operasyonel konuları ona bırakıp, sadece onun sıkıştığı noktalarda yardımına koşmayı tercih ediyordum. Hepimiz işi bizzat yaparak öğrenmiştik. Ona bıraktım. Eski elemanlarıma söz ettiğimde “Siz her bir sayfanın mizanpajına, harflerin punto büyüklüğüne karışmadınız mı?… Kesinlikle inanmayız.” dediler.
Önemli zamanlarda olaya giriyor, onun zarar görmesini engellemeye çalışıyordum. Kısa sürede, pazarlama uzmanı arkadaşlarım bile “tecrübeli” dediler. Sadece bir yıl içinde…
Sonraları “Her işi ben yapıyorum. Uğur bey sadece konuşuyor” dediğine dair dedikodular geldi kulağıma… Onu savunmaya, hatta övmeye devam ettim. Bana “Siz olmazsanız proje yürümez. Sizin vizyonunuz, sizin yol planınız…” deyip duruyordu. Arkamdan konuşmanın ise dozunu iyice artırdı.
Birgün, bir yandan kahve içiyor, bir yandan ofisteki insanları konuşuyorduk.
– Benim hakkımda ne düşünüyorsunuz?” diye sordu.
Gülümseyerek ona baktım… “Sen arkamdan bin türlü numara çevirirken, ben her cephede seni savunmaya devam ediyorum. Bunu yapmaya da devam edeceğim. Sana değil, kendime saygım olduğu için…” demedim.
– Senin hakkında ne düşündüğümü söyleyemem…” dedim… “Ama şunu söyleyebilirim. Senin sayende, kendim için çok güzel şeyler düşünüyorum.”
.
Etiketler: altyapı, bakış açısı, bilişim, cehalet, cesaret, pazarlama, proje yönetimi, tecrübe, terazi
Kategori: İş hayatı, pazarlama, yaşamın içinden
5 Kasım 2008
4:20 pm
Merhaba Hocam ;
Ne diyeyim hocam , tek kelimeyle mükemmelsiniz.O kadar haz alıyorum ki yazıları okumaktan, eğitime , bilgi gücüne inancımdan olsa gerek, sanki benim dilimdekileri siz yazıya döküyorsunuz
.Dayanamadım hiç olmazsa bunu yazayım dedim. Aslında uzun zamandır düşünüyorum ,daha uzun yazacağım ama iş yoğunluğundan fırsat bulmaıyorum.Merak etmeyin , okumaya mutlaka zaman ayırıyorum. Yani , sizi sadece derslerde takip etmiyordum, burdan da takip ediyorum.
Umarım hatırlamışınızdır beni..
Selamlar , sevgiler…
Mahmut DEMİRKAPI
5 Kasım 2008
6:53 pm
Mahmut bey,
Unutmadım ki, hatırlayayım. Dersimi en iyi izleyen kişisiniz. Teşekkürler, sayenizde gururlandım.
11 Kasım 2008
2:46 pm
Bilgece bir davranış olmuş hocam. Victor Hugo’nun Sefiller’indeki rahip gibi davranmışsınız. Bu karşınızdaki asistan için de mükemmel bir fırsat aslında. Gerçi uzun süre geçmiş bu dersi verirken, ama öğrenmenin süresi yoktur. Kimi zaman oturup ciddi ciddi konusup herseyi acık acık anlatmaktansa kişinin keşfetmesine bırakmak en azından kişi için daha iyi olabiliyor.
Belki de bunun vermiş olduğu huzurdur sizdeki hoşnutluğun kaynağı..
11 Kasım 2008
6:15 pm
Sevgili Mustafa,
Ben “Senin sayende, kendim için çok güzel şeyler düşünüyorum.” dediğimde, mesaj alındı sanıyorsan, yanılıyorsun. O muhtemelen “sayende sadece konuşarak zaman geçiriyorum” diye anlamıştır.
Zaten, “çok sayıda mesaj vermek, mesaj verenin bahtsızlığıdır” demişti Sayın Metin Akpınar (bir özel sohbette…)
16 Temmuz 2009
8:59 pm
hocalık böyle birşey olsa gerek.. saygılar üstat..
27 Mart 2010
8:12 pm
Bu yazının konusu olan arkadaş ve benzerleri sayesinde edindiğim kanaatler…
24 Ekim 2010
1:26 pm
Bu arkadaş gibi yapmayın. Nedeni bu linkte…
12 Kasım 2013
9:59 am
Kullanılmak sonra da başıma defalarca geldi.