"Advantage" etiketli yazılar:

21 Ağustos 2019 Çarşamba

Başarı ve Kriz

Başarı konuşulduğunda, aklıma ilkokul okuma kitabındaki Karun – Solon öyküsü gelir.

Özetleyeyim:

Lidya kralı Karun dünyanın en zengin insanıdır. (“Karun gibi zengin” sözü, oradan geliyor.) Flozof Solon ülkesine geldiğinde “Sen bunca yer gezdin, birçok insan tanıdın. Sence dünyanın en mutlu insanı kimdir?” diye sorar.

Solon, tanıdığı bir adamı uzun uzun anlatır. “Şöyle yaşadı, şunları yaptı, çocuklarını şöyle yetiştirdi, çocuklarının şu başarılarına şahit oldu, düşmanlarla savaşırken öldü, onun için şöyle büyük tören yapıldı

Karun “Peki ikinci en mutlu kimdir?” diye sorar. Solon bu sefer bir başkalarından bahseder…

Sonunda Karun “Ya ben?” diye sorar. Solon da ona “Daha ömrünün sonuna çok var. Ölüme gelmeden her şey değişebilir” gibi bir yanıt verir.

Aradan zaman geçer. Persler ile Lidyalılar savaşır. Karun esir düşer. Pers krelı Kiros onun yakılmasını ister. Karun “Ah Solon, Solon” diye bağırır. Kiros “neden öyle bağırdığını” merak eder. Karun’u dinler ve (öyküye göre) sonra Karun’u yanına danışman olarak alır.

  • Yukarıdaki antik vazo resmi, bu öyküye değiniyor.

😉

Kurumlarda başarıyı tartıştığımız [1] ve [2] ve [3] yazılarda ve yorumlarda benzer bir yaklaşımı savundum. Ortadan kaybolan kurumlar var ama “yüksek bir değere satın alınan kurumlara başarısız diyemeyiz” dedim.

🙂

Bugünlerde ev içinde çalışma odamı taşıyorum. Elime, doktora çalışması sırasında topladığım bazı gazete yazıları geçti.

  • Doktora tezim “perakendecilerin bankalara rakip olması” konusundadır.

Bulduğum gazete yazılarından biri şu:

10 Haziran 1998 tarihli bir yazı. Advantage kartın altın yılları.  Değerinin 1 milyar dolar olduğu iddia ediliyordu (bir başka gazete yazısı)

Sonra ne oldu. 2000 yılındaki finansal kriz, Advantage’ı da etkiledi. Oldukça kötü durumlar yaşandı. Sonra, gazetelerden okuduğumuz kadarıyla 75 milyon ABD dolarına HSBC’ye satıldı. (Milyar’ın %7,5’i kadar)

Bu satış işleminden kısa süre sonra, Dışbank (ki kart sayısı Advantage’ın neredeyse sekizde biri kadardı) 1 mlyar 260 milyon dolara satılmıştı.

Dışbank’ı satın alan ve döneminde dünyanın 14’üncü bankası olan Fortis, 2008’deki global krizde battı.

Ahh Solon… Solon” var ya… Bence, kurumlar için de geçerli.

😉
4 Eylül 2019 tarihli ekleme
Bimeks’in 2016 ajandasının kapağı. Artık Bimeks de yok.

06 Temmuz 2010 Salı

Seyrek sorulan sorular

Şöyle bir mesaj aldım:

1 senedir CRM üzerine girişimde bulunmak için çevremden arkadaşlarla fikir alışverişinde bulunuyorum. Internette araştırırken yazılarınıza denk geldim, bir süredir ilgiyle takip ediyorum, ya da buna takip etmek denemez, CRM ile ilgili eski yazılarınızı okuyorum.

Benim özellikle ilgilendiğim konu sadakat kartları. Yazılarınızda sadakat kartlarının gelişimini 4-5 film olarak adlandırmışsınız.

1. film –> her markanın cüzdan posteri olarak toplamda 200 küsür kart çıkarması.

2. film –> bankaların bu işi finansal bir iş olarak görüp sahip çıkması ve marka kartlarının marka+banka kartı olması (bir sürü de örnek koymuşsunuz)

3. film –> Her banka programının (bonus, advantage vs) sayısız markası olunca, rekabet manasında bu kartların bir anlamının kalmaması, böylece sadakatin markaya değil, programa olması ile markaların tekrar kart çıkarma ihtiyacı kaçınılmaz olmuş, anladığıma göre.

1. sorum bu noktada. Migros ve Marks&Spencer örneğini vermişsiniz. Bu örnekler çoğaltılabilir mi? Belki de yaşım gereği hatırlamıyorum, ama Boyner, YKM, Sevil gibi örnekler var mıdır acaba? 2 örnek böyle bir genelleme için az geldi bana. Tamam biliyorum piyasada yüzlerce sadakat kartı var (carrefour, migros, beymen, vakko, ramsey, network,…). Fakat bunların hepsi bir zamanlar bankalara mı aitti?

4. film –> ortak sadakat programlarının ortaya çıkması. Paro tek örnek sanırım.

2. sorum da bununla ilgili. Koç grubundan başka bir grup da kendi markaları içinde potansiyel görüp böyle bir program çıkartamaz mıydı? Mobilya, retail, otomotiv, turizm, banka gibi pek çok sektörde markaları olan Sabancı grubu neden bunu hiç düşünmesin. Ya da hiçbir holdinge bağlı olmadan şube sayıları çok büyük farklı sektörlerden 2-3 firmayı birleştiren bir koalisyonda neden kimse sinerji görmesin?

😉

Benim ilk soruya yanıtım şöyle:

Öncelikle “Migros ve Marks&Spencer örneğini” 3’üncü film için değil de yanlış yöne giden 4’üncü film için verdiğimi sanıyordum. Bu durumda “Boyner, YKM,…  piyasada yüzlerce sadakat kartı var (carrefour, migros, beymen,… Fakat bunların hepsi bir zamanlar bankalara mı aitti? ” sorusuna yanıt veremiyorum.

Dolayısıyla “2 örnek böyle bir genelleme için az geldi bana. ” önermesi de yanlış anlamadan kaynaklanıyor.

Sanki daha önce zaten bunları yazmışım gibi bir izlenimim var. Ya ben yeterince iyi anlatamamışım, ya da soruyu iyi anlamadım.

Gelelim daha fazla önem verdiğim kısmına… Eğer, “1 senedir CRM üzerine girişimde bulunmak için…” diyorsak, “Benim özellikle ilgilendiğim konu sadakat kartları…” diyorsak…  Girişim yapacağımız konuyla gerçekten ilgilenmeliyiz.

Internet’in olduğu bir devirde “Belki de yaşım gereği hatırlamıyorum” kelimelerini okuyunca, şaşırıyorum ve üzülüyorum. Hani araştırmacılık?… Üstelik, daha önce yazdıklarım içinde bu sorunun yanıtı da var.

Bir yandan da sevinmeliyim. Demek ki bu konuda geniş içerik internet’te bulunmuyor. Bana yazacak çoook gün çıktı. Eğer sıkılmazsanız.

😛

Gelelim 2’inci soruya…

Acaba “Koç grubundan başka bir grup da kendi markaları içinde potansiyel görüp böyle bir program çıkartamaz mıydı?

Çıkartabilirdi. Zaten Boyner grubu daha önce çıkardığı marka kartlarını birleştirip Advantage‘i çıkarmıştı. (Yazmıştım.)  Cankurtaran grubu da aynı şekilde Cankart‘ı çıkarmıştı. (Yazmıştım.)

Burada benim 2 tane ödüllü sorum var. (Ödül:  Harvard Business Review’dan derleme yapılan Türkçe kitaplar. 2 adet. Kurayla falan değil. Benim ve okuyanların ufkunu en çok açacak kişilere hediye edeceğim.)

Soru 1: “Mobilya, retail, otomotiv, turizm, banka gibi pek çok sektörde markaları olan Sabancı grubu neden bunu hiç düşünmesin?” Acaba düşünmemişler midir? Neden yapmamışlardır?

Soru 2: Ayrı şirketlerin kartlarını tek bir çatı altında toplayınca sadakat ortaklığı olur mu? Başka nelerin de olması gerekir?

😀

Yanıtları buraya, blog yazısı altına gönderin ki toplu bir bilgi hazinesi olsun.

30 Temmuz günü son teslim tarihi.

😀

30 Eylül 2009 Çarşamba

Çalışırken MBA veya doktora…

Son 3 yazı

ve onların friendfeed’deki yorumları

dikkat çekti, tartışıldı. Konunun biraz daha üzerine gideceğim.

İkinci yazının girişinde belirttiğim gibi, ABD’ye bir haftalığına giderken bindiğim uçağın dergisinde de bu konu işleniyordu. Özetini çeşitli zamanlarda paylaşacağım.

Üçüncü yazıda, “neden çalışırken okumak daha iyidir” diye açıklamıştım.

Bu arada, Zeynep Mengi de Çalışırken Okumak konusunda yazdı (ve yayınladı).

Aşağıda, Zeynep Mengi ile yazışmamızın tamamı var. (Birkaç satır daha ekledim. Umarım bana kızmaz…)  Çalışırken MBA ve doktora konusunda düşündüklerimi daha iyi anlatmak için…

🙂

  • Neden MBA yapmak istediniz?

Birgün gazetede Dr. unvanlı iki kişi tarafından yazılmış bir makale gördüm. Benim uzmanlık alanım olan kredi kartları üzerineydi. Eşim öğretim üyesi… Ona dedim ki:

– Benim ekip elemanlarım bunları söyleseler, “bunca yıldır öğrenemediniz mi?” diye kızarım. Öğretim üyesi olacak kişiler bu yanlışları doğru sanarak yazmışlar” dedim.

Eşim de bu söylediklerimi, üniversite’de (makaleyi yazanların) hocasına söylemiş. “Kocan o kadar biliyorsa, kendisi de yazsın da görelim” demiş sayın profesör. Ben de “Kredi kartı pazarlama stratejilerindeki yanlışlar” diye bir yazı gönderdim. Dünya gazetesinde tam sayfa… Ama üç ay sonra yayınlandı. Dr. unvanının yayınlanma süresini kısaltacağını varsaydım. Böylece yola çıktım.

Bu arada şunu da söyleyeyim. Okuldan ilk mezun olduğumda zaten akademisyen olmak için MBA’e başlamıştım. Ama jüri beni değil de bir sınıf arkadaşımı (şimdiki eşimi) öğretim kadrosuna seçmişti. Ben de “akademisyen olmayacaksam neden MBA yapayım ki” diyerek, okulu bırakmış ve iş hayatına atılmıştım.

Yani, öğretim üyeliği kafamın bir tarafında da vardı, ayrıca…

  • MBA yapmaya karar verdiğinizde işiniz neydi?

MBA yapmaya karar verdiğimde, bir bankada Satış Müdürü idim. Saha satış ekiplerini yönetiyordum. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana ve Antalya’da bana bağlı ekip arkadaşlarım vardı.

  • Çalışırken zorluk çıkardı mı, çıkardıysa neler yaşadınız?
  • Çalıştığınız şirket eğitiminize devam etmenizi destekliyor muydu? Destekliyorsa ne gibi kolaylıklar sağladılar?
  • Dersler ve iş dengesini sağlayabildiniz mi?

Patronumdan izin istediğimde nazik bir şekilde reddetti. “Uğur’cuğum, biz seni zaten bildiğin için işe aldık” dedi. Dolayısıyla bir kolaylık sağlanmadı. Ben de hırsımı biraz törpüledim. Okulu en kısa zamanda bitirmekten vazgeçtim. İşlerimi aksatmayacak bir tempoda dersler aldım. Özellikle akşamları, mesai saatlerinin dışındaki derslere eğildim.

Sonra iş değiştirdim. Yeni başlamışken, “ben bir de MBA yapıyorum” diyemeyeceğim için, okuldan izin aldım. “Dönemi dondurdum” deniyor buna…

Hemen arkasından 1994 krizi geldi. Hiç iş yapılmıyordu. Finansal işlemler neredeyse durmuş vaziyette idi.  Şirket’te çalışanlar, tetris gibi bilgisayar oyunlarında “büyükusta” düzeyine yükselebilecek kadar zaman harcıyorlardı.

Bu fırsatı kullanarak yeniden ders yükünü artırdım. O zamanki (yeni işteki) patronum da zaten iş yoğunluğu olmadığı için bana kolaylık gösterdi. Haftada iki gün, 3’er saat erken çıkmama izin verdi. Mesai saatleri içindeki dersleri de aldım. Böylece dersleri tamamladım.

1994 krizi geçtikten sonra da iş yoğunluğu azdı. Ama tezi yazmak da zamanımı aldı. Demek ki yoğunluğun artması bana yarıyor.

  • MBA ve doktora arasında ne kadar süre vardı? Arka arkaya mı yaptınız?

MBA ile doktora arasında bir zaman beklemedim. Hemen MBA’in arkasından başladım.  O sırada yine işlerin ağırlığı arttı. Yine dönem başına 3 ders alarak – uzatarak –  eğitim dönemini tamamladım. Bu sefer, pek izin de verilmedi. Neyse ki derslerin çoğunluğu akşamları ve hafta sonları idi. Ayrıca okula çok yakın oturuyorduk. Bu da faydalı oldu.

  • Doktora ne üzerineydi?

Doktora, “perakendeci şirketlerin bankalar karşısında rekabet yaratması” konusundaydı. Bizde (o yıllardaki) Advantage kart örneğini, dünyada Tesco ve Sainsbury‘nin finansman şirketi kurmaları gibi oluşumları ve bu gidişin olası sonuçlarını incelemiştim. O sırada, kredi kartları üzerine çalıştığım için, bilgi birikimim tezime çok katkıda bulundu.

  • Çalışırken okumak üzerine eklemek istedikleriniz

Kendimde şunları gözledim. Yoğun iş zamanlarında ders çalışırken daha verimli çalışıyordum. Ders ağırlığı bitip de tez aşamasına geldiğimde, işteki yoğunluğum da azalmıştı. Tezime daha fazla zaman ayırmam gerekirken dalga geçmeye başladığımı gördüm.

Serbest danışmanlık zamanlarımda pek bir şey yazamadım. Ama sonra MBA tezini yazarken, Türkiye’nin ilk taksitli kredi kartı olan Taksitcard projesini de yürütüyordum. Her cephede yoğun olunca, insanın performansı da artıyor.

Aynı şeyi, doktora sırasında da yaşadım. Doktora tezini yazarken de İdeal kart projesini yürütüyordum.

  • Belli bir yaştan sonra eğitime devam etmek nasıldı? Sınıf arkadaşlarınızdan, öğretmenlerinizden, çevrenizden nasıl tepkiler aldınız?

Bir yaştan sonra eğitime devam etmenin şöyle faydalı tarafları var. Öğretim üyelerinin bazılarından daha fazla iş hayatı yaşamış oluyorsunuz. Pazarlama vakası tartışılırken, siz konuya sadece pazarlama açısından değil, şirket bilançosuna yapacağı etki açısından da düşünüyorsunuz. Önermeleriniz daha gerçekçi oluyor. Sınıfa katkıda bulunma şansınız oluyor.

Diğer yandan, iş hayatında  geçen yıllar içinde neyin önemli olduğunu ayırt etmeyi öğreniyorsunuz. Ders veya ödev yapmak için okurken, önemli noktaları hemen anlıyorsunuz. Aklınızda kalıyor. Sadece öğrenci olsanız, hepsini önemli zannedeceksiniz.

Komik olaylar da oluyor. Sınıfta size isminizle seslenen kişinin patronu yakın arkadaşınız çıkıyor. Bir toplantıda kendi patronu ile birlikte sizi görünce nasıl hitap edeceğini bilemiyor. Uğur mu desin, Uğur abi mi desin, Uğur bey mi desin… Şaşırıyor…

  • İşinize ne gibi katkıları oldu?

Derslerde verilen ödevlerin işime şöyle katkıları oldu.

Yönetim katmanlarının analizine yarayan bir metodu okumuştuk. Danışmanlık yaparken, orada verilen yöntemi kullandım. Gerçekten çok faydasını gördüm.

Ayrıca, ODTÜ İşletmecilik’de okuduğum 1977-1981 yıllarında dünyada şirket birleşmeleri pek de konuşulmuyordu. Bazı uluslararası şirketler dışında söz konusu bile değildi. Doktora dersleri sırasında gerek özelleştirmeler, gerekse şirket birleşmeleri konusunda dersler gördüm. Sonra da Dışbank – Fortis olayında bizzat yaşadım. Okuldan 20 yıl sonra yeniden eğitim almanın en büyük faydası, dünyada değişen iş stratejilerini yeniden öğrenmeyi sağlaması…

Son söz olarak şunları da eklemek isterim. Dünya hızla değişiyor. Özellikle internet sayesinde sadece pazarlama iletişimi ile sınırlı kalmamak üzere, ticari hayat da değişiyor. Sosyologlar “sosyal ağlar” ile daha fazla ilgileniyor.

Doktora çoktaaan bitti… Şimdi bile… Hiçbir zorunluluğum olmamasına rağmen, zamanı yakalayacağım konular olduğunu duyduğumda, doktora, master veya lisans dersi olmasını ayırt etmeksizin derslere girip izlemeye çalışıyorum.

😀