"ağızdan ağıza pazarlama" etiketli yazılar:

05 Ocak 2016 Salı

Çevre Etkisi

Biricik kızı psikoloji bölümünden mezun olmuş.

Bizimki kız babası. Bambaşka bir şeydir baba-kız ilişkisi. Çevresi de geniş. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış. Kızına, Bağdat Caddesi’nde havalı bir yer açmış. İyi de kira ödüyormuş.

Aradan 10 ay geçmiş. Hiç gelen olmamış. (Tekrarlıyorum hiç = sıfır).

psikoloji

Pazarlama dersinin bittikten sonra bir sohbette, “ne yapılmalı” diye soruldu.

Derste anlatılanları referans vererek, çözümü “Hatırlarsan şu konuda şöyle demiştik, burada bunu anlatmıştık” diye soran arkadaşın kendisine buldurmaya çalıştım.

Çevre ve yer seçimi arasında doğrusal ilişki olmadığını anlatmaya çalışırken, “Manav mı bu?” diye sordum, “Bağdat Caddesi’nde herkesin psikolojisi düzgün mü?” yanıtını aldım.

🙂

Dersi birlikte verdiğimiz Mine Könüman ile kahve içmeye oturduğumuzda olayı anlatmaya başladım.

Daha “Kızına Bağdat Caddesi’nde havalı bir yer açmış” der demez, Mine “Kimse gelmez ki” deyiverdi.

Bu vakadan alınacak çok ders var:

  • Çevrenin en işe yaramadığı konulardan biri “psikolog”. Kaç kişi yakın arkadaşının kızına her şeyini anlatmak ister ki?
  • Müşteri deneyimini sıfır noktasından başlayıp bitişine kadar belirlese bu hatayı yapmaz. Deneyimi dükkanda başlayan ve biten bir süreç gibi tanımlarsa “Bağdat Caddesi’nde havalı bir yer” açar.
  • “Bağdat Caddesi’nde havalı bir yer” açıp 10 ay boyunda ciddi kiraları ödemeden önce, Mine Könüman gibi (daha problemi söylemeden, durumu anlayan) bir pazarlama uzmanına danışmayı akıl etmez. Alacağı 2 tane yarım günlük danışmanlık hizmetinin, belki de 40 – 50 katını kira diye birilerine öder.

Şahsen, pazarlama dersi vakasını ürettiği için kendisine teşekkür ediyorum.

Resim şuradan alıntıdır.

 

11 Haziran 2014 Çarşamba

Pazar-lama

Dün sevgili Ercüment BüyükşenerPazarlama evriliyor mu, bitiyor mu?” diye yazdı.

Benim de nicedir tartışmak istediğim bir konuydu. Sanayi Devrimi ile hayatımıza giren birçok kavram eskidi.

Şöyle ki:

😉

Pazarlama da çok şekil değiştirdi. Sizce pazarlamayı bitirmesek bile (ki Pazarlamacı olarak hiç hazır değilim 🙂  ) bilişim çağının gerekleri doğrultusunda yeniden yorumlamamız gerekmiyor mu?

En azından… Pazarlama kelimesi pazar’dan türemiştir. Hani şu semt pazarları var ya. Salı pazarı, Perşembe pazarı gibi… Eskişehir’de Odun Pazarı diye bir semt var. (Eminim İstanbul’daki Perpa’nın adının Perşembe Pazarı’ndan geldiğini biliyorsunuzdur.) Hani akşam bir saatten sonra diri ve tazeler biter ve “dul kadın pazarı” dedikleri ürünler kalır.

(İngilizcedeki market de öyle… Marketing kelimesi aynı şekilde türemiş. Bizde nedense süpermarket olmuş ama süperpazar olmamış.)

pazar-lama

Artık öyle sabah kurulan, akşam biten pazarlar yok. Her yer pazar. Her gün pazar. Her cihaz pazar yeri… Zamandan ve mekandan bağımsız, ürün çeşitliği sonsuza yakın, üreten ile tüketenin ayrı kıtalarda olabildiği bir ortamı konuşuyoruz. Yakında makineler arası alışverişi tartışacağız.

Örneğin… Dün VERİ kelimesi pazarlamacıların sözlüğünde yoktu. Bugün “veriden anlamayan pazarlamacı olmaz” diyoruz. Dün BİLGİ pazarlanabilir bir şey değildi. Bugün “en önemli şey” diyoruz. Veriden bilgiye giden yolu IT’ciler değil pazarlamacılar oluşturur diyoruz.

Anlamlı ve tutarlı ilişki hep vardı ama, deneyim ile doğan sadakat P’lerde ve C’lerde yer almamıştı.

Ercüment Büyükşener’in listesini okuduktan sonra şuraya da bir göz atın: Erol Batislam’dan Marka Değer Döngüsü

🙂

Kelimeyi değiştirmeyi geçtim. Yine PAZARLAMA diyelim. Temel kavramlar değişmedi diye düşünüyorum. Tilki döner dolaşır ve “bütünleşik iletişim“e gelir. Ama 4 tane ile başlayıp sayısı 7’ye çıkan P ile veya 6, 7, 8 tane C ile ifade edilen alt-kavramlar yetmiyor. “Yok mu arttıran” diye uğraşılıyor.

Bence de bugünün (hatta yarının, makineler arası alışverişin) pazarlamasının olmazsa olmaz kavramlarını yeniden tartışmalıyız. (Ben veri ve bilgi diye başladım. Önerilerinizi bekliyorum.)

😀

 

25 Aralık 2012 Salı

Bloglarda Pazarlama 3

Bloglarda Pazarlama’nın 2’inci yazısında dikey blogların pazarlamada kullanımı öncesindeki zorunlu hareketlerden bahsettim.

Bu yazıda birkaç örnek vereceğim. İlk olarak, yurt dışında katıldığım bir konferansda anlatılanları aktaracağım.

  • Doğruluğu konusunda veri toplayamadım. Gerçek olduğunu düşünerek veya tatlı bir temenni olarak okuyabilirsiniz.

Orlando’daki Universal Studios (tıpkı Disneyland gibidir) bir Harry Potter ortamı yapmış.


Pazarlama Müdürü’ne “2 Milyon dolar bütçen var. Burayı müşteriyle doldur” demişler. O “2 Milyon çok para, birkaç yüzbin dolar yeter” demiş. Tüm iletişimi sosyal mecralar üzerinden kurgulamış. (Ne de olsa hedef kitlesinin yaş ortalaması düşük.)

İlgili sitelere reklam vermeden önce, dünyaca bilinen Harry Potter blogger’larından 10 – 12 tanesini davet etmiş. Halkın ziyaretine açılmadan birkaç gün önce, onlar için özel bir gün tertiplemiş. Harry Potter pavyonunu sadece onlara açmışlar. (Bir cins Beta Sürümü gibi.) İşin tasarımından gerçekleştirilmesine kadar geçen sürede yapılanları, arka planını, makineleri, vs. onlara göstermişler. Mühendislerle, tasarımcılarla tanıştırmışlar.

Açılma zamanında hedef kitlenin sıkça ziyaret ettiği sitelerde reklam banner’ları ve diğer pazarlama faaliyetleri de unutulmamış.

Sadece birkaç ay içinde, tüm maliyeti çıkarıp kâra geçmişler.

  • Dediğim gibi, öykü sonradan uydurma da olabilir. Ben bir konferansda dinlemiştim.

🙂

Ama uydurma olmadığını bildiğim bir öykü daha var.

ABD’ye bir Sanal Oyunlar Konferansı için gittiğimde tanıştığım kişiler bazı isimlerden bahsediyorlardı. Yine sayıları 10 civarında olan sanal oyun bloggerları. “Bunların 4 – 5 tanesi bir oyun için sıkıcı, işe yaramaz, göz yoruyor, takılıyor, şu oyunun basit kopyası, zevksiz, vb. yazarsa o oyun kesinlikle oynanmıyor” demişlerdi.

  • Bu isimlerden 2 tanesiyle de tanıştım.

😉

Benzer şekilde, ABD’de bilgisayar dünyasında özel içerik veya test ürünü verilecek kanaat önderi olarak 60 civarında kişiden söz ediliyor. (Uluslararası dijital ajans ağlarının Türkiye temsilcilerinden aldım bu bilgiyi.)

Onları izleyen yüzbinlerce kişinin satın alma kararını etkiliyorlar. Sektör de onları biliyor. Sırtında yumurta küfesi olmayan, ürününe güvenen onlara ürün gönderiyor. Deneme sonuçlarını herkesle birlikte blogdan öğreniyorlar.

😉

Bu nedenle önceki yazılarda her blogger’ı aynı zannetmenin pazarlama açısından yanlış olduğunu vurguladım.

Sektörel bazda kiminle nasıl iletişim kurulacağı, kime özel içerik sağlanacağı, kime ürün testleri yaptırılacağı, kimin hangi etkinliğe davet edileceği önemli konudur. Bilgi çağında, müşterilere tarafsız ve doğru bilgi aktaranlar elbette diğerlerinden daha değerlidirler. (Parasal olarak değil, bilgi kaynağı olarak.)

Bu işi düzgün yapan şirketler, “ben de blogger’ım, bana hediye yok mu?” sözüne aldırmazlar.

Resim şuradan alıntıdır.