"aile" etiketli yazılar:

26 Şubat 2016 Cuma

Sosyal Cehalet

Birkaç haftadan beri blogumla pek ilgilenemedim. Zamanımı danışmanlıklarıma ve “dijital dönüşüm” ile “tüketicinin dijital dönüşümdeki yeri” konularında çalışmaya, öğrenmeye ayırıyorum.

Bu arada, yazmak için de malzeme biriktiriyordum ki… Amaç dışı bir konu beni buldu.

😉

Facebook Messenger’dan gelen bir mesaj ile aşağıdaki sanal sohbet oluştu:

sosyal-cehalet

Önce bu genç arkadaşın Facebook profilini inceledim. Bir üniversitede “Computer Engineering okuyor“muş. Nişanlıymış.

Sonra, “Şirketin CEO’su gerçekten Uğur Özmen adında mı?” diye araştırdım. Google’da “XXX’in CEO’su kim” diye araştırınca, her yerde Yönetim Kurulu Başkanının adının geçtiğini gördüm. Sanırım o şirkette CEO’nun pek adı geçmiyor.

Internet’te o şirketin CEO’su olduğuma dair hiçbir işaret yok.

“Acaba, benim XXX’in CEO’su olduğuma nasıl karar verdi?” diye düşünerek buldum. Google’a girip “XXX CEO” diye yazmış olmalıydı.

Evet, böyle yapınca ilk sırada benim adım var.

🙁

Bir yazımda, birkaç şirketin Yönetim Kurulu Başkanlarının ve CEO’larının konuştuğu toplantıdan bahsetmişim. Şirketin adı ve CEO yazınca yazımın linki çıkıyor. Burası tamam.

Üzücü olan… sonrası.

Yazının bir yerinde benim CEO olduğum mu söyleniyor. HAYIR. (Yazıyı okumamış) Üstelik o yazıda bazı “büyük abi”leri eleştirmişim.

Sonra bana referans verdiği “Hakkımda” kısmına baktım. CEO olmadığımı zaten biliyorum ama, o şirket ile bir ilişkim olduğuna dair en küçük bir iz var mı diye araştırdım. HAYIR. (Referans verdiği içeriği de okumamış)

Kendi yazısıyla “Computer Engineering okuyor” ama, arama motorlarının çalışması hakkında bilgisi var mı? HAYIR. (Öğrenmemiş)

Adamın yanlışlarını saymakla bitiremeyiz.

🙁

İşte cehaletin zirvesi. Hem de “Computer Engineering okuyor“. Sizi şaşırtmasın, bu üniversiteli cehaleti ilk değil. Sayıları giderek artıyor.

Her şey Internet’te varken, en basit konularda bu kadar yanılıp öğretmenleri suçluyorlar ya… Okumayı öğretmenden öğrendin ama…

Aileden öğrenmesi gerekeni almadan gelirse, hiçbir öğretmenin veya hiçbir açık bilgi ortamının faydası olmaz.

😉

 

 

 

06 Temmuz 2015 Pazartesi

Havuz Problemi

Yaz geldi. Çocuklar havuzlara ve denize koştular. Evin hemen yakınındaki havuzun kıyısında uzanmışım. Blog yazıları ve CRM konuları için okuyorum, çalışıyorum, yazıyorum.

Çalışmak pek kolay olmuyor.

Hepi topu 2 metre ötesindeki annesine veya babasına “ANNNEEEEEE” “BABAAAAA”  diye avaz avaz bağıranlar… Yarım metre yanındaki arkadaşıyla oynarken herkesin dikkatini çekmeye çalışanlar… Sanki oynuyor değil de boğazlanıyor gibi çığlık atanlar… Pompalı su tabancalarıyla birbirlerinden çok etraftakileri ıslatanlar… Onları harika eser gibi seyreden ama “Bağırma, zaten hemen yanındayım” veya “Başkalarını rahatsız ediyorsun. Dikkatli ol” demeyen anne-babalar… arap-kadri

😉

Anne-baba terbiyesi hakkında çok şey öğreniyorum.

Kendimce şöyle bir “görsel” (bilimsel olmayan) ölçü geliştirdim. Baba ne kadar Arap Kadri ise, çocuk o kadar çok bağırıyor.

.

Not: Arap Kadri, rahmetli Tekin Aral’ın yarattığı bir çizgi karakterdir. Gerçekte Arap Kadri yoktur. Benimki bir yanılsamadır.

.

15 Eylül 2014 Pazartesi

Biz Bir Aileyiz

İşyerinde patronunuz hepinizin birlik ve beraberlik içinde davranmanızı ister ve size sık sık unutmamanız gereken şirket felsefesini hatırlatır: ” Biz bir aileyiz.”

Şirkete hemen duygusal bir hava hâkim olur. Neredeyse, çalışanlar birbirlerinin elini tutup, bakışlar ufukta kenetlenerek hülyalı biçimde birlikte sallanacaklar. Hatta, böylesi etkili konuşmalara açık olan arkadaşlar, pembe panjurlu bir ev ve bahçesinde oynayan tavşanlar düşleyecekler.

“Parayı veren düdüğü çalar” atasözü her yerde geçerlidir. Bu nedenle, şirkete patronun isteği doğrultusunda aile havası egemen olur. Şirkettekiler birbirlerine Hasan Abi, Ayşe Abla; daha ileri aşamalarında “abiciim” “ablacım” “canım” “cicim” demeye başlarlar. Büyükleri severler ve sayarlar, hatta onlardan biraz da çekinirler;  küçüklere şefkat ve hoşgörü, eh biraz da abilik ve ablalık gösterirler.

Büyükler kesinlikle hata yapmazlar. Eskiler yenilere patronun ne muhteşem ve mükemmel olduğunu, “Hiç unutmam. Bir keresinde…” diye başlayan ve Keşanlı Ali Destanı’nı gölgede bırakır bir tavırla anlatırlar. Yenilerin içi gururla dolar. Böylesi bir patronları olduğu için hem onu, hem de tercihen birçok aday arasından kendilerini bizzat o seçtiği için kendilerini beğenirler. Ne de olsa, Robert TOWNSEND’in dediği gibi, “Birinci sınıf yöneticiler, birinci sınıf insanları işe alır; ikinci sınıf yöneticiler ise, üçüncü sınıf insanları.

aileyiz

Bu, hepimizin bir aile olduğu şirketlerde, küçükler de hata yapmazlar. Yapsalar bile pek önemi yoktur. Zira, “mühim olan insanlık”tır. Hem bu çocuk isteyerek yanlış yapmamıştır ki. O ister mi şirketin zarar etmesini. Elbette ki hayır. O -yine- bilememiştir. Dikkat etmeye çalışmaktadır ama, “Hay Allah” atlamıştır. O işe başlayalı hepi topu daha iki yıl olmuştur. Burası onun ilk işidir ve onun yanlışını bulan amirleri gibi engiiin (üç tane i ile söylenir) tecrübesi olmadığından bazı mini minnacık yanlışlıklar yapıveriyordur.

Affetmek büyüklükten gelir. Hele bu arada evli ve çocuklu ise, onun rızkı ile oynamak bilinen hiçbir kurala kesinlikle sığmamaktadır. Bu nedenle ara sıra minik yanlışlıklar oluverir. Bunların aslında cari dönem zararı değil, eğitim zaiyatı olduğunu, onun da zamanla öğreneceğini ve merak edecek hiçbir şey olmadığını “abilerden biri” size anlatır.

Çalıştığım şirketlerden birinde, genel kalitenin artırılması yönünde “performans değerlendirmesi” uygulaması vardı. Şirket içi iletişim ağı  (dedikodular) “düşük not alanın işten kovulacagını” vurguladığı için, daha önce ilgili yöneticileri tarafindan “bunu benim kısmımdan alıp başka bölüme verin” diye raporlananlar dahil,  herkesin notu yüksekti.

“Neden bu şekilde davrandıklarını” sorduğunda Genel Müdüre “Onların ailesi var. Rızkına mani olan biz olmayalım diye düşündük” demişlerdi. Özellikle bayan yöneticiler, ailenin rızkı konusunda daha da hassas davranıyorlardı. Genel Müdür “evinize temizliğe gelen kadın, ortalığı iyi temizlemez, tozu almaz, yapması gerekenleri kötü yaparsa siz ne yaparsınız” diye sorduğunda hemen herkes aynı yanıtı verdi.  “Bir daha bize gelme” deriz.

“Öyleyse, kendi biriminizde olup da yetersiz olanlara ve az çalışanlara niye aynı şeyi söylemiyorsunuz?”  Bu soruya tutarlı yanıt veren pek yoktu.

Bence bu tutarsız davranışların nedeni yalnızca üç kelime: Biz bir aileyiz. Yanımızda çalışan kişi, bizim hizmetimizde çalışıyor ve ücretini bizden alıyorsa, ailemizden biri değildir. O bizim hizmetimizdedir.

Hepimiz aynı firmada çalışıyorsak, aslında aynı patrona hizmet ediyoruzdur. Aramızda ast üst ilişkisi de olsa, sonunda aynı patrona bağlı olarak çalışıyorsak, kendimizi aynı ailenin fertleri gibi görme eğilimimiz vardır. Hepimiz aynı firmada çalıştığımız için bir aileyizdir, ancak bu aile olma durumu, nedense kendimizi firma ile özdeşleştirmemizden kaynaklanmaz. Hiçbirimiz “Fenerliyim” ya da “Beşiktaşlıyım” dediği kadar gururla “Ben ABC firmalıyım” demez.

Öyleyse bu aile gibi algılama kavramı nereden kaynaklanıyor. Büyük olasılıkla aynı patrona hizmet verdiğini düşünenler, aynı kaderi de paylaştıklarını düşünmektedir. Diğer bir anlatımla, “ben de bir gün onun gibi işleri serersem, şimdi benim yaptıklarımı bana da yapabilirler. Bu nedenle hoşgörülü davranmalıyım” diye korkuyorlardır.

Beraber çalıştığımız bir arkadaş, iş akdi feshedildiğinde, “Ben bu firmaya en verimli gençlik yıllarımı verdim” demişti. İşte yine “biz bir aileyiz” yaklaşımı. Senaryonun gerçekci olması için, diğer çalışanların ona fevkalade hak vermesi, patrona lanetler okuması, “bunlar insanı alıp, iyice posasını çıkardıktan sonra işe yaramaz duruma gelince atarlar” denmesi gerekir.

Çalıştığı şirkete en verimli gençlik yıllarını veren kişi, acaba çok daha iyi iş fırsatları bulmuş da şirketi sevdiği için mi onca zaman kalmıştır. Elbette ki hayır. Ya daha iyi iş fırsatı bulamamıştır; ya da teklif edilen yüksek ücretli işde ne kadar çalışacağını bilmiyordur. Yine de her şeyi kaderden bekleyen toplumun bireyleri olarak, iş akdinin feshinde bizim suçumuz yoktur ve patronlar posamızı çıkarıp atmışlardır.

Daha birkaç gün önce, işe yeni başlayan elemana “artık onun da çok iyi bir ailenin ferdi olduğunu” da aynı kişiler anlatmışlardır. Bu davranışları aşırı ataerkil bir ailenin fertlerininkilere benzetirim. Despot baba, birlikteliğin sembolu olduğu için, yeni gelinlere onun mükemmelliği anlatılır. Ama herkes onun iki dudağı arasında, ortak kaderlerini paylaşmaktadır.

Şakası bir yana, bazı şirketlerde üst yönetim, şirketin bir aile olduğunu ve çalışanların ailenin fertleri gibi diğerlerine karşı duygusal bağlarla bağlı olmalarını ister. Bunu da sıkca vurgular.

Şirkette vıcık vıcık duygusallık yaratmamak için en iyi yol kesinlikle biz bir aileyiz demeyip, “biz bir ekibiz” kavramının vurgulanmasıdır. Ekip olmanın en önemli özelliği, ortak hedefe doğru, birlikte daha iyi gidileceğine tarafların inanmasıdır. Bunun için, herkes belli görevler üstlenir. Görevlerden biri aksadığında tüm ekibin hedefe  ulaşmasının aksayacağı taraflarca bilinir.  İş hayatı, buna daha uygundur. Patronunuz eğer “Biz bir aileyiz” diyorsa, siz yüksek sesle söyleyemeseniz de içinizden haykırın: “Hayır, biz bir ekibiz… Ya da hiçiz.”

1994

Sitedeki pdf dosya olan yazıları kaldıracağım. Buraya ekliyorum

Resim şuradan alıntıdır