"alternatif maliyet" etiketli yazılar:

24 Ocak 2017 Salı

Dijital Oyun ve Reklamlar (2)

Dijital oyunlara reklamların yerleştirilmesi konusunda yaklaşık beş buçuk sene önce bir yazı yayınlamıştım.

15 Haziran 2011’da Oyun konulu toplantı ile Webrazzi Gündem‘de konuşmacılardan bazıları “Gelecekte oyunların reklam mecrası olarak kullanımının azalacağı” iddia etmişlerdi.

Yazıda  bu görüşün yanlışlığını anlatmaya çalışmıştım.

😉

O yazıya bu hafta gelen bir yorum, konuyu hatırlamamı sağladı.

Ben demiştim” demeyi çok severim. Ama bunu anlamak için deha olmaya gerek yoktu zaten. Kişisel dilek ve temennilerini trend zannetmekten vazgeçmek yeterliydi. (Kendi projelerine aşık olan girişimciler ve kendisini nihai tüketici zanneden satışçılar, bu tuzağa sıkça düşerler.)

Aşağıdaki resme iyi bakın.

Bir çocuğun 3’üncü doğum gününde gelen oyuncak kamyonet.

oyun-reklam

Dikkat ederseniz, forklift ve paletler de var.

🙂

Oyuncak ekskavatör, loder, kazıcı, vb’nin markası da CAT  cat

Dijital dünyadan çok daha zor olan bir ortamda, oyunların içine reklam yerleştirilmişken, dijital oyunlarda reklamın azalacağını iddia etmek…

Dijital ajanslardaki yaratıcı ekipler, benden daha fazla konuşmalı bu konuda.

😛

18 Eylül 2014 Perşembe

Müdür Fiyatına Anketör (İşimiz Zaman Satmak 3)

Benim çalışma masam her zaman kağıt ve dosya yığınları ile kaplı olmuştur. Neredeyse çalışma hayatımın ilk yıllarından beri “temiz masa” prensibini uygulayamamışımdır. Bu dağınıklığın kendi içinde bir mantığı vardır. Ben aradığım dosyayı veya belgeyi hemen bulduğum için karışıklıktan rahatsız olmam.

Zaman zaman sekreterler masamı düzeltmeye niyetlenirler. Onlara kesin bir tavırla karşı koyarım. Temizlikçilerin masayı silmek veya tozunu almak için kağıtları bir araya toplamaları, aradıklarımı bulamamama neden olur. Her akşam çıkarken

Masaya-dokunma

yazılı büyükçe bir kağıdı masanın üzerine sermişimdir.

Sözünü edeceğim konuşma, yaklaşık 1990 – 92 yıllarında meydana gelmişti. Masamın tozunun alınmaması nedeniyle bir süre sonra, bankacılık üniformalarından olan beyaz gömleklerin bilek çevresi hemen kirlenmeye başladı.

Bir gün masamı toplayıp tozunu almaya karar verdim. Önce her dokümanı ait olduğu projeye göre dosyalara koydum. Dosyalara “içindekiler” sayfası yaptım. Dosya ve belgelerle işim bitince de, el silme kağıtlarını biraz sabunlayarak masamı silmeye başladım.

Tam bu sırada patronum İsmail Yalçınkaya geldi. Sordu “Ne yapıyorsun?” diye… Durumu kısaca anlatmaya çalıştım. “Çağır birini, masanı temizlesin. Sen masa silmek için çok pahalısın. Şurada dışarıya bakarken iş ile ilgili bir şeyler düşünsen bile daha iyi olur!” dedi.

😀

Beynimin derinliklerinde sakladığım bu gurur verici anı nereden aklıma geldi diye sorarsanız… Okuldaki öğrencilerime “müşteri sadakatini ne bir kart sağlar, ne de bir ödül programı… Bunlara odaklanmayın. Müşteri gözetildiğini, farklı konumlandırıldığını hissederse sadık olur” diyen biri olmama rağmen, insanların cebindeki kart sayısını artıran bir projeyi yönetmiştim. Ocak 2008’de yeni bir sadakat kartı çıkardık.

Lansman sonrasındaki günler, “Oh” diyebileceğiniz ve artık yeni bir projeyi hayata geçirdiğiniz için kendinizi “başarmış” hissedebileceğiniz günler değildir. Aksine saha ekibi, kendilerine sürekli baskı yapıldığında olumlu konuları vurgulamaktan çok, küçük hataları bile abartarak öne çıkarma eğilimindedir. Şu dükkana yeterli sayıda kart ulaşmamıştır. Bu dükkandaki makine arızalanmıştır. Şuradaki mağaza görevlisi yeterli eğitim almadığından kartı iyi anlatamıyordur.

Genelde yöneticiler de “Peki bunu anladık ama kart giden dükkanlarda kaç tane teslim ettiniz? Teslim ettiklerinizin ne kadarı alışverişe döndü?  Bu noktalarda müşteri memnuniyeti arttı mı? Hazır mağazayı denetlemeye gitmişken, eksikliklere odaklanmak yerine, oradaki motivasyonu artırıp satışları düzelttiniz mi? Eğitim Bölümü’nün eğitemediği mağaza görevlilerini siz eğittiniz mi? Herkese müşteri ile temas ve kart satışı konusunda örnek oldunuz mu?” diye sormaz.

Şikayetlerin havada uçuştuğu dönemdeydik. Üstelik rekabet baskısıyla, planlanan tarihten daha önce lansman yapmak zorunda kalmıştık ve sahada gerçekten yeterince test edilmemiş bir program çalışıyordu. Dolayısıyla sahadaki personelin şikayet etmek için yeterinden çok haklı gerekçesi vardı ve proje ekibi, geç saatlere kadar iki kulakta iki telefon ile sorunları anlamaya ve çözmeye çalışıyordu.

İşte bu dönemde patronumuz hepimizin “sırça köşklerimizi terk etmemiz, ayaklarımızı yere basmamız ve müşterilere daha yakın olmamız” için 3 – 4 gün boyunca sahaya çıkmamızı ve istasyonlarda kart satmamızı şart koştu.

anket

Projenin kuramsal tasarımını ve çerçevesini oluşturan kişi olarak “Bu yoğun ortamda, genel müdürlük binasının stresli ortamında bulunmak yerine istasyonlarda kart satmak bana tatil gibi gelir” diye düşündüm. Okuldan yeni mezun olduğum sene, artık ailem üniversiteden mezun olan oğluna para vermediğinden, geçinmek için anketörlük de yapmıştım. İşten ötürü hiç yüksünmedim.

Yıllar önce yaşadığım “Sen masa silmek için çok pahalısın.” konuşmasını hatırladım.

“Eğer patron benim firmaya bu şekilde daha çok verim sağlayacağımı düşünüyorsa, para onun parası, zamanım da ona kiralanmış durumda… Keyfi bilir…” dedim.

2 Şubat 2008

17 Eylül 2014 Çarşamba

Geçiş Hakkı (İşimiz Zaman Satmak 2)

Bir akşam, arkadaşlarla beraber iş sonrası Ortaköy’de bir iki saat oturduk. Daha sonra saat 20:30 sıralarında evime giderken, tek yönlü yolda bir taksi ile karşılaştık. Yol benimdi. İçinde bir müşterisi bulunan taksi, tek yönlü yola ters taraftan girmişti.

Gerek onun, gerekse benim iki araba boyu arkamızda boş yer vardı. Arabalardan herhangi biri iki araba boyu geri giderse, sorun çözülecekti. Köprüde karşılaşmış iki keçi gibi birbirimize baktıktan sonra, taksi şoförü dayanamadı:

–    Arabanı geri çek!
–    Burası tek yönlü yol ve benim yolum. Senin geri çekmen lazım.
–    Uzatma da, geri bas.

Ben arabanın kontağını kapattım, el frenini çektim ve ellerimi göğsümün üzerinde kavuşturarak, hiç bir şey söylemeden beklemeye başladım. Şoför, kabalığını artırmaya başladı. Ben sakin sesle uyardım:

–    Bu saatte senin işin benimkinden daha acele olmalı. Eğer zamanına önem veriyorsan geri git. Yoksa ben burada saatlerce beklerim.
–    Ulan, bela mısın be! Ben buranın kaç yıllık şoförüyüm. Adamı doğduğuna pişman ederim. (ve yazamayacağım bazı ilave sözler)
–    Bu söylediklerini yapmakta çok kararlıysan, hemen yolun ucunda bir polis var. Gel beraber gidelim, derdini ona da anlat.” diye sakince konuştum.

gecis-hakki-1

Taksi şoförü, benim sakin kararlılığımı görünce, söylenerek arabasını geri aldı. Yanından geçerken, o bana küfrediyordu; bense ona:

–    Bak bugün yeni bir şey öğrendin” diyordum, “zamanın değerini.”

Bu olayı da arkadaşlarıma anlattım. Tıpkı, Zaman Satmak 1‘de olduğu gibi değişik tepkiler aldım. “Taksi şoförüyle uğraşılmaz. Ben olsam hemen geri alırdım” ile başlayıp, “Doğru yönde giden ben olduğum zaman, hayatta geri çekilmezdim. kabalığının cezasını da aynı şekilde verirdim” ile biten geniş yelpazede her şey söylendi.

İçlerinden biri sordu:

–    Senin acelen olsaydı ne yapardın?
–    İlk önce benim haklı olduğumu söylerdim. Ama, adamın inatlaştığını görünce, hemen geri alırdım ki, daha fazla zamanım kaybolmasın.
–    Kimin haklı olduğunu, acelesi olmak mı belirliyor?
–    Hayır, kimin haklı olduğunu kurallar ve trafik işaretleri belirliyor. Zaman sıkışıklığı, yalnızca kimin taviz vermesi gerektiğini belirliyor.
–    Olmaz öyle şey. İnsan ya haklıdır, ya da haksız.

Arkadaşıma, haklı olmak veya olmamak konusunda hiçbir şeyin değişmediğini anlatamadım. Haklılığımı kanıtlamak için geçireceğim zamanın değeri, bu zamanın alternatif kullanımından daha az ise alternatife yöneleceğimi; aksi durumda, zaten işim yoksa ve zamanım fazlaysa, bu arada bir taksi şoförüne ders vermenin beni mutlu edeceğini söyledim.

Bir çok kişi için, haklı olmak yeterli nedendi. Oysa, haklı olduğunu karşısındaki de biliyordur. Demek ki önemli olan, ona kabul ettirdiğini bilmenin değeri söz konusu olmalı. Üstelik bu değer, alternatifinden daha fazla ise anlamlıdır. Yoksa yine zaman boşa harcanmış olur.

Haklı olduğunu karşı tarafa tartışmasız bir şekilde kabul ettirmenin alternatif maliyeti de öğrenilmesi gereken kavramlardan biridir aslında… Bir arkadaşımla şehirlerarası yolda hızla giderken, karşıdan gelen arabaya doğru aniden direksiyonu kırdı. Şoförler arasında “kafa gösterme” denen hareketi yaptı.

Kızgınlıkla haykırdım:

–    Ne yapıyorsun?
–    Kendi yolundan gitsin.

“Bak” dedim, “şehirlerarası yolda giderken çarpışan iki arabadan çıkarılan dört cesetten haklı olan yerine, geçip giden arabadaki hakkı yenilen canlı olmayı her zaman tercih ederim. Üstelik, geçiş hakkı, kesinlikle uğrunda can verilecek haklardan biri değildir.

Bir çok olayda, haklı olmak yetmez. Akıllı olmak da gerekir. Aklın en önemli ölçüsü de, alternatif bedeli iyi bilmektir. Üstelik zaman, en önemli bedellerden biridir.

1996