"bilişim" etiketli yazılar:

04 Şubat 2016 Perşembe

Dijital Dönüşüm Üzerine

Sevgili Umut Aydın “Dijital Dönüşüm Propagandası” adlı mutlaka okunması gereken bir yazı yayınladı.

Yazının ilk bölümü, dijital dönüşümün pazarlama malzemesi olmasına ayrılmış. Bu noktada (muhtemelen benim de içinde olduğum) birçok kişiye tepkisini ifade ediyor. Bunu karşılıklı konuşup çözeriz. Facebook yorumlarında zaten fikir birliğine yaklaştık.

Umut Aydın’a yanıt verme heyecanım olduğunu düşünenlerin hayal kırıklığına uğrayacaklarını baştan söyleyeyim. Bu yazı, KESİNLİKLE Umut Aydın’a bir yanıt DEĞİL. Fikirler çatışınca gerçeğin yolu aydınlanır diye düşünürüm. Bilişim dönemi düşünce yapısının bir gereği olarak co-creation’a inanırım. El birliğiyle ortak noktalara ulaşırız.

Konuyla gerçekten ilgilenenler tarafından ne kadar çok katkı yapılırsa, kavramlar ve eylemler o kadar düzelir. Bu nedenle önce bizi ayıran değil birleştiren (aynı fikirde olduğumuz) konuları masaya yatıracağım. Bu doğrultuda bence önemli olan kısmı, yazının ikinci bölümü.

Umut Aydın, benim de şahsen rahatsız olduğum bazı konuları gündeme getirmiş.

IBM-11-470

Bunlardan bir CIO’lar konusunda… Aslında sadece IT ile ilgilenen (silo konusuna başka yazıda değineceğim) bir üst düzey yönetici CIO unvanını alınca ben de şaşırıyorum. Aslında adı C-IT-O (Chief IT Officier olması gerekirken Chief Information Officier oluyor.

“Ne sakıncası var?” derseniz, daha veri – malumat (info) – bilgi arasındaki farkları ve verinin bilgiye dönüşüm sürecini bilmeden, içinde Information geçen unvanları alanları hoş göremiyorum. Başka departmanların taleplerinin ıslak imza ile gelmesini şart koşan çoook IT yöneticisi biliyorum. Reklam departmanlarının PC’lerini (“güvenlik” bahanesi ardında) hiçbir video ve benzeri multimedya indiremez duruma getirip “istediğiniz reklam için bize yazın size bellek ile gönderelim” diyen birçok IT yöneticisi tanıyorum.

Bilişim döneminin bu aşamasında “Siz bize iş isteğinizi iletin. Bakalım ona göre maliyet çıkartalım” davranışından vazgeçmeyen IT’cilerden geçilmiyor.

Bunlar dijital dönüşümü başlatır mı?” derseniz, sadece gülerim.

😉

1988’den bu yana, IT’cilerle yakın çalışıyorum. Bir işin neden yapılamayacağını en iyi anlatanların IT’ciler olduğunu görmüşümdür.

Aynı şirkette çalışırken, “Teknik olarak imkansız yoktur ama…” diye başlayan cümlelerle verdiğim proje taslağının neden gerçekleşmeyeceğini anlatan IT’ci istifa eder. Bir şirket kurar. Masanın diğer tarafına geçer geçmez, “IT ile yapılmayacak bir şey yoktur, o projeyi birlikte hayata geçirelim” demeye başlarlar.

Umut Aydın da “geleneksel IT yönetimi (ben bu kişilere CIO demiyorum) ile de bu sürecin yürütülmesi imkansız” diye vurgulamış. Aynı fikirdeyiz.

😉

“Zaten yıllardan beri dijital kanalların sorumlusuydum” diye ortaya çıkan ADK (alternatif dağıtım kanalı) sorumlularından dijital dönüşüm lideri üretsek derseniz, (kelime oyunu ile yanıt vereyim) müşteri temaslarının %85 – 90’ını oluşturan kanalları hâlâ “alternatif”  olarak niteleyen durumdaysanız, kendi çalıştığınız şirkete henüz asıl kavramları anlatamamışsınızdır. Bu durumda nasıl dijital dönüşümü başlatacaksınız” diye sorarım.

🙂

Ayrı bir Chief Digital Officier olmayacağı konusunda Umut Aydın ile aynı fikirdeyiz. Zaten uzunca bir yazım var. Her ikimiz de “Tekrar tekrar belirtmekte fayda var. Bu tek kişi veya birimlik bir iş değil.” diyoruz.

Umut Aydın da “Kimse alınmasın ama ben Türkiye’de ne bu rolün tanımına uyan bir tek kişi ne de işlevselliğine inandığım bir tek şirket bilmiyorum.” demiş. Yürekten katılıyorum.

😉

Dijital dönüşüm ve kaçan tren konusunda da çok benzer düşünüyoruz.

Umut Aydın “Bakınız bu konu oldukça ciddi, şu an sadece etkinliklerin pazarlama konusu ancak yakın zamanda başta meslek grupları (TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB vb) bu odakta ciddi çalışmalar yapıp bunu sektörlere indirgemezler ise yakın geleceğimiz sanayisi, doğal olarak ihracat ve üretimi çok büyük problemlere gebe.” demiş.

Aynı endişeleri taşımakla birlikte ben Umut kadar umutlu değilim.

2009’dan beri değişim konusunda yazıyorum, konuşuyorum. Konuşmalarımda (Güneşe Basmak‘tan alıntı) “Yaşanabilecek en güzel zamanlar, çünkü neredeyse bildiğini sandığın her şey yanlış” dediğimde beni sürekli çabalamaktan zevk alan “ruh hastası” zanneden ve/veya değişimden keyif alan değil, inkâr eden iş dünyası insanlarını gördüğüm için olsa gerek… Meslek gruplarının (hatta yerel birlik ve odaların, akademisyenlerin, iş dünyasının önderlerinin) geç bile kaldığını düşünüyorum.

🙂

İkimizin de rahatsız olduğu konulardan biri “bunun da sertifikasını / eğitimini aldık” noktasına gelinmesi.

Eğitimlerin araç olması gerekirken amaç olması konusundan bahsetmiştim. Her güncel konunun danışmanlık şirketlerinin malzemesi olması ve algı yönetimiyle üst yöneticilerin “aman bir şeyler kaçırmayayım” düşüncesine sürüklenmesi ile çeşitli eğitimler katkıda bulunmuyor ama para ediyor.

🙂

Sürecin insan deneyimine uyarlanması gerektiği konusunda da kesinlikle aynı fikirdeyiz. Yıllardan beri gerek çalışan, gerekse müşteri deneyimini gözardı eden hiçbir sistemin başarılı olmayacağını savunuyorum.

Semantik ustalarıyla yakın çalıştığım dönemde, onlar “insanın yaptığı her şeyi yazılımlar veya donanımlar yapar” diyorlardı. Ben sürecin

teknoloji → insan → teknoloji → insan …

diye gitmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordum.

Bu teknoloji → insan → teknoloji → insan olgusu, veri anlamlandırmada da geçerlidir, arama motoru optimizasyonunda da, sosyal mecralardan satış fırsatı üretmekte de

Modelleme ile gerçeğin tahminine (örneğin %80) yaklaşırsınız. Sonra kalan %20’yi bizzat incelersiniz. Modeli ince ayar yapmak için gerekli düzenlemeleri yazılıma eklersiniz. Yeniden ölçersiniz. Gerçeğe daha da (örneğin %90) yaklaşırsınız. Sonra kalan %10’u yeniden incelersiniz.

Ekranları tasarlarken, bir aşamada kullanıcıların denemesini istersiniz. Onlar denedikten sonra, optimizasyon yapılır.

Özetle insan (müşteri ve çalışan) deneyimi ciddiye alınmazsa hiçbir sistem başarılı olamaz.

🙂

2020’de gerekli olacak becerileri ben de paylaştım.

Bu becerilerin büyük çoğunluğu cihazlarla değil İNSAN ile ilişkili.

Özetle teknolojik trendleri konuşurken insanı dikkate almayanların çok yanılacağını göreceğiz.

😉

Gelelim Umut Aydın ile farklı düşündüğüm noktaya.

Umut Aydın, kavramların öne çıkmasını ve pazarlamacıların kavramları sahiplenmesini eleştiriyor. Ben (yukarıda eğitim kısmında bahsettiğim nedenle, araçların amaç olmasından sakınmak için) önce kavramları konuşmalıyız diyorum. Konunun öncelikle çok kavramsal olduğu kanaatindeyim. Dijital dönüşüm bence, bir eylem olduğundan daha fazla bir “düşünce biçimi“.

Hatta daha ileriye gideyim “dijital dönüşüm” bile “bilişim dönemi şirketi“ni yeterince ifade etmiyor endişesindeyim. Kavramları konuşmazsak, yine “parası neyse versek de, biz de dijital olsak” noktasına gelinir. Bunun parayla değil, şirketin bütününü kapsayan şekilde kişisel ve kurumsal gelişim sağlayan eğitimlerle olacağına inanıyorum.

Konuyu bilmeyen pazarlamacıların sahiplenmesini istemiyorsak, yine daha çok kavramları anlatmalıyız kanaatindeyim.

😉

Neden “kavramsal” diye sorarsanız, efsane Jack Welch’i ortaya çıkardıktan 15 sene sonra Jeff Immelt gibi bir CEO’yu ortaya çıkaran (General Electric) ortamı incelemek gerektiğini düşünüyorum.

GE’nin bu bölgeye IT doktoralı veri modellemesi ustasını CMO (pazarlama yöneticisi 🙂 ) olarak göndermesinin arkasındaki kavramları tartışmak gerektiğini düşünüyorum.

GE’nin şu iddiayı rahatça savunmasını irdelemeliyiz diyorum.

Şanslı şirketlerde Teknoloji’den anlayan Pazarlama yöneticileri ve Pazarlama’dan anlayan Teknoloji yöneticileri vardır.

Akıllı şirketlerde, sohbet ettiğinizin hangisi (Teknoloji mi, Pazarlama mı) olduğunu anlayamazsınız.

😉

Konuyu kavramsal boyutta ele almazsak

Egitim-Einstein

resimde vurgulanan “düşünmek için aklın eğitilmesi“nden uzak düşeriz diye düşünüyorum.

😉

Umut Aydın ile ve konuyla ciddi olarak ilgilenen herkesle belirli zamanlarda bir araya gelip tartışacak fırsatları yaratmalıyız.

🙂

29 Ocak 2016 Cuma

Dijital Perspektif TV Yayını

27 Ocak Çarşamba akşamı, Ercüment Büyükşener ve İsmail Hakkı Polat ile birlikte oluşturduğumuz Dijital Perspektif’in ilk video yayınının konuğu Bloomberg Business Week ve Harvard Business Review Türkiye dergilerinin Genel Yayın Yönetmeni Sayın Serdar Turan idi.

Bu “CEO’lar ve Dijitalleşme” konulu yayın sırasında, dijital dönüşümü biraz tanımlamaya çalıştık. Gerek CEO’ların, gerekse çalıştıkları şirketlerin önündeki engellere değindik.

Çok keyifli bir sohbet oldu. Sayın Serdar Turan’ı ne zaman dinlersem çok şey öğreniyorum. Okuyamadığımız tüm Harvard ve Bloomberg makalelerini sindirmiş bir uzmanın, doğru yerde yaptığı saptamalar kesinlikle paha biçilemez.

Yayın sırasında ve sonrasında aldığımız tepkilere göre, izleyenler de çok verimli ve öğretici bir zaman geçirmişler.

digital-perspektif-tv-1

İlk saati Serdar Turan’ın katkısıyla, yaklaşık 2 saat süren video yayını sırasında “CEO’lar ve Dijitalleşme” konusunda çok fazla noktaya değindik

Bunlardan, bana ait olanları özetlemek istedim:

  • Benim iddialarımı şöyle maddeler halinde söyleyebilirim. Her ne kadar (1) , (2) diye sıraladıysam da, öncelik veya kronolojik sıra değildir. Sadece konuları ayırmak için kullandım.

(1)

Bir şirketin dijital dönüşümü için “Chief Digital Officier” koltuğunun olması gerektiğine inanmam.  Ayrıca “Chief Customer Officier” veya “Chief Experinence Officier” kavramlarına da inanmıyorum. Bu unvanların çıkış nedeni (bence)

Biz değişmeyelim, biri gelsin değişimden (veya müşteriden, veya deneyimden) sorumlu olsun. Yapılacakları o yapsın. Biz duralım (STATÜKO’muz korunsun), hatta mümkünse eleştirelim. Sonra bir sorun olmadan dijitalleşince (veya müşteri odaklı olunca veya deneyimler iyileşince) zaten üst yönetimde biz vardık deriz.

düşüncesinin bir ürünüdür. Silo mantığının “değişiyormuş gibi” yapan halidir. Oysa değişim herkesin ortak ve gönüllü katılmasıyla gerçekleşir.

(2)

İlla ki bir ofisim olmalı” diyorsanız, bilişim çağına epey uzaksınız. Yatırımcıdan aldığınız ilk parayla ofis, araba, güzel sekreter filan edindiyseniz, siz daha 1890’larda Sanayi devrimi öncesinde geziniyorsunuz.

(3)

Gerek şirket içi, gerekse müşteriye dokunan süreçlerde “ıslak imza” ve “kaşe” peşinde koşuyorsanız, bürokrasi döneminde oturuyorsunuz. Bilişim Dönemi veya dijitalleşme sözlerini ağzınıza bile almayın.

(4)

Okulların verdiği eğitim en çok 7 – 8 sene idare ediyor. Sonrası kişinin kendisine kalıyor. Sürekli bilgiyle yıkanmayan beyaz yakalar mavileşiyor. Artık meslekleri değil becerileri konuşmalıyız.

(5)

Ben müşteriyi gözünden tanırımdevri çoktan bitti. Artık verileri inceleyip karar verilmesi gerekiyor

(6)

Her konuda müşteri bilgisi yol gösterir.

.

Açıkçası, başrollerden birinde olduğum yayını tekrar seyretmeden yukarıdaki maddeleri yazdım.

Zamanla belki birkaç tane daha eklerim.

😉

27 Ocak 2016 Çarşamba

Marka, Bilim, Bilgi…

Sevgili Hakan Senbir, Brand Talks’da “Marka: İmparatorluk, Sermaye ve Bilim Demektir!” diye yazmış. Yazının alt başlığı “Markalaşma meselesini anlamak için tarihsel bir perspektifle bakmamız ve bu bakışla “İmparatorluklar”, “Sermaye” ve “Bilim” üçgenini iyi anlamamız gerekmektedir.

Hakan Senbir’in yazısına Facebook’da yorum yaptım. “Bilimsel” ile “bilgili” kavramlarını irdelemeye çalıştım. Burada, yorumumu yeniden ele alacağım.

  • Sermaye’den bilim için pay ayırma kısmına da dokunacağım. Gelecek yazılarda…

sermaye

Bazı şirketlerimizin kendi IT departmanlarını ayırıp şirketleştirmeleri veya şirketlerimizin TUBİTAK’tan hibe alması onların bilim yaptığı anlamına gelmez.

İşin içine bilgi üretme ve kullanmayı katmadığınızda, bilim epey eksik kalır. Şöyle ki…

🙂

Olayı Sayın Evrim Kuran’dan dinlemiştim. Aklımda kaldığınca aktarayım. (Hatalar varsa bana aittir.)

Bir blucin üreticisi anlatıyor. Öylesine teknolojileri var ki her bedene göre blucin üretiyorlar. Boyunuz, kilonuz ne olursa olsun, kendinize uygun blucin bulabileceksiniz…

Evrim Kuran “Genç kızlar blucin giymiyor, tayt giyiyor. Genç erkekler de kanvas veya eşofman benzeri pantalonlar giyiyorlar” diyor. “Blucinleri 30 yaş üstü erkekler giyiyor. Onlar da beklediğiniz gibi alışveriş yapmıyor

Evet, dönün etrafınıza bakın. Blucin giyenlerin oranını, yaşını, vb. düşünün…

blucin

İşte söylemeye çalıştığım bu. Kendilerince “bilimsel” çalışıyorlar ama bilgi işlemeyi bilmedikleri için (muhtemelen) geri ödemeyecek bir yatırım yapmış durumdalar.

Bilimsel olup (??) bilgili olamamak derken bunu kasdediyorum. Zara’nın başarısının ardındaki tek nedenin “ucuz kredi” olduğunu düşünenleri kasdediyorum.

Bunların global marka olması bekliyorsak… çoooook bekleriz.