"CEO" etiketli yazılar:

29 Ocak 2016 Cuma

Dijital Perspektif TV Yayını

27 Ocak Çarşamba akşamı, Ercüment Büyükşener ve İsmail Hakkı Polat ile birlikte oluşturduğumuz Dijital Perspektif’in ilk video yayınının konuğu Bloomberg Business Week ve Harvard Business Review Türkiye dergilerinin Genel Yayın Yönetmeni Sayın Serdar Turan idi.

Bu “CEO’lar ve Dijitalleşme” konulu yayın sırasında, dijital dönüşümü biraz tanımlamaya çalıştık. Gerek CEO’ların, gerekse çalıştıkları şirketlerin önündeki engellere değindik.

Çok keyifli bir sohbet oldu. Sayın Serdar Turan’ı ne zaman dinlersem çok şey öğreniyorum. Okuyamadığımız tüm Harvard ve Bloomberg makalelerini sindirmiş bir uzmanın, doğru yerde yaptığı saptamalar kesinlikle paha biçilemez.

Yayın sırasında ve sonrasında aldığımız tepkilere göre, izleyenler de çok verimli ve öğretici bir zaman geçirmişler.

digital-perspektif-tv-1

İlk saati Serdar Turan’ın katkısıyla, yaklaşık 2 saat süren video yayını sırasında “CEO’lar ve Dijitalleşme” konusunda çok fazla noktaya değindik

Bunlardan, bana ait olanları özetlemek istedim:

  • Benim iddialarımı şöyle maddeler halinde söyleyebilirim. Her ne kadar (1) , (2) diye sıraladıysam da, öncelik veya kronolojik sıra değildir. Sadece konuları ayırmak için kullandım.

(1)

Bir şirketin dijital dönüşümü için “Chief Digital Officier” koltuğunun olması gerektiğine inanmam.  Ayrıca “Chief Customer Officier” veya “Chief Experinence Officier” kavramlarına da inanmıyorum. Bu unvanların çıkış nedeni (bence)

Biz değişmeyelim, biri gelsin değişimden (veya müşteriden, veya deneyimden) sorumlu olsun. Yapılacakları o yapsın. Biz duralım (STATÜKO’muz korunsun), hatta mümkünse eleştirelim. Sonra bir sorun olmadan dijitalleşince (veya müşteri odaklı olunca veya deneyimler iyileşince) zaten üst yönetimde biz vardık deriz.

düşüncesinin bir ürünüdür. Silo mantığının “değişiyormuş gibi” yapan halidir. Oysa değişim herkesin ortak ve gönüllü katılmasıyla gerçekleşir.

(2)

İlla ki bir ofisim olmalı” diyorsanız, bilişim çağına epey uzaksınız. Yatırımcıdan aldığınız ilk parayla ofis, araba, güzel sekreter filan edindiyseniz, siz daha 1890’larda Sanayi devrimi öncesinde geziniyorsunuz.

(3)

Gerek şirket içi, gerekse müşteriye dokunan süreçlerde “ıslak imza” ve “kaşe” peşinde koşuyorsanız, bürokrasi döneminde oturuyorsunuz. Bilişim Dönemi veya dijitalleşme sözlerini ağzınıza bile almayın.

(4)

Okulların verdiği eğitim en çok 7 – 8 sene idare ediyor. Sonrası kişinin kendisine kalıyor. Sürekli bilgiyle yıkanmayan beyaz yakalar mavileşiyor. Artık meslekleri değil becerileri konuşmalıyız.

(5)

Ben müşteriyi gözünden tanırımdevri çoktan bitti. Artık verileri inceleyip karar verilmesi gerekiyor

(6)

Her konuda müşteri bilgisi yol gösterir.

.

Açıkçası, başrollerden birinde olduğum yayını tekrar seyretmeden yukarıdaki maddeleri yazdım.

Zamanla belki birkaç tane daha eklerim.

😉

18 Aralık 2011 Pazar

Ne meslekler var

Az önce friendfeed’de M. Serdar Kuzuloğlu‘nun bir cümlesini okudum.

CEO, trendsetter, sosyal medya uzmanı, geek, nerd, hipster, yaşam koçu, bilmemne… Meğer hepsi Türkiye’de yaşarmış.

Zaten bir iki gün önce CEO’ların geleceğinin parlak olmadığına dair birşeyler görmüştüm.

M. Serdar Kuzuloğlu’nun friendfeed’deki cümlesi başka bir mesleği hatırlattı. Kartı aşağıda:

Bu genç adama, kartı verdiği bir ajans sahibi sordu:

“Ne iş yaparsın?”

“Deneyim optimizatörüyüm.”

“Peki… Ne iş yaparsın?”

“…”

  • Not: Bu genç adamla ben nasıl tanıştım diye merak ediyorsanız… Öyküsünü yazmıştım. Ben uzak durmaya çaba sarfettim. Ama kartını zorla defterimin arasına sokuşturmuştu.

Serdar usta… Ne meslekler var. Sadece kendileri biliyor ne iş yaptıklarını…

😉

20 Haziran 2010 Pazar

Oğlumun isim babası

1979 yılıydı galiba… Bir ukalalık ve kendimi beğenmişlik sayesinde Emel Ataç’ın Statistics for Management (Yönetim İstatistiği) dersine öğrenci asistan oldum. (Öyküsünü başka bir yazıda anlatırım 😀 )

Sonra farkettim ki 100 – 150 metre mesafede oturuyormuşuz. Komşu sayılırdık… 

Bu sayede, Emel hocanın eşi Osman Ata Ataç ile tanıştım. İstatistik dersinin öğrenci asistanı olunca, bilgilerimi perçinlemek de istedim. Osman hocanın verdiği Social Statistics (Sosyal İstatistik) dersini aldım.  (Bu dersin final sınavıanlatmıştım. )

😉

Osman A. Ataç, o dönemde hem okulda ders veriyordu, hem de Ankara’nın en büyük holdinginde CEO idi. Komşuluk, öğrencilik ve öğrenci asistanlık sayesinde daha sık görüştük.

Mezun olmaya az kala , bir sınıf arkadaşımız şirket kurdu. Bazı sınıf arkadaşlarımız da birlikte çalışmaya başladı. Osman hoca ona danışman oldu. Arkadaşım bana da iş teklif etti. O sırada yanında çalışan bir diğer arkadaşım itiraz etti. (Bunun öyküsü de çok ders verdi bana… Bir gün yazmalıyım. 😛 )

O gün yaşadığım hayal kırıklığı, en büyük şansım oldu aslında. Osman hocam bana öğüt verdi. İlk defa o gün bana ne kadar değer verdiğini anladım. Bizim usta-çırak ilişkimiz de o gün başladı.

Okul bitti. İstanbul’a geldim. Hemen işe girip çalışmamı istedi babam. Ben akademisyen olmayı tasarlamıştım. Mezun olduğum yazın başında yeniden Ankara’ya dönmek zorunda kaldım. (Bu da ilginç bir öykü… O günlerde acı gibi gelirdi ama sonra “iyi ki olmuş” dedim. Anlatacağım 😀 )

Osman hocam bir pazar araştırması yönetecekti. Beni yanına aldı. Anket hazırlamayı, çapraz kontrol sorusu sormayı, anket değerlendirmeyi, raporlamayı öğrendim. Daha sonra anket doldurttum.

  • Üst düzey bir konuydu, sokaklarda pek dolaşmadım. Ama yolunuzu kesip anket yapmak isteyenlerin halinden anlarım.

O yaz 2 anket daha hazırladık. Ben daha iyi öğrendim. Sınıf arkadaşım Şule de anketör olarak görev aldı.

Osman hocamla sürekli birlikte çalıştık. Bu sayede birinci ağızdan “üst düzey yönetim” eğitimi aldım.

Hani, eski Atina Okulu’nda Sokrates Platon’a, Platon da Aristototales’e eğitim vermiş ya… Aynen öyle… Sürekli hocamın yanında bulundum. Usta çırak usulü eğitim aldım.

Bir inanç gibi titizlikle üzerinde durduğum profesyonellik kavramını Osman hocamdan öğrenmişimdir.

(Yukarıdaki resim Rafael’in “Atina Okulu” eserinden bir detay. Sokrates ve Platon’u gösteriyor.)

Yemek yapmayı az bilirdim. Ama mutfak sırlarını da Osman hocamdan öğrendim. CEO iken bile evde yemekleri kendisi yapardı.

Şule ile evlenmemizde Emel ve Osman Ataç çiftinin ciddi katkıları vardır. 😛

Düğünümüzü de onların teras katındaki evinde yaptık. Düğün yemeklerini, Osman hocamın baş aşçı‘lığında  3 yamak (sınıf arkadaşı) hazırladık. (Yok öyle organizasyon şirketine ihale edip de, son saniyede gittiğimiz bir düğün. Kendimiz hazırladık, dostlarla birlikte eğlendik.)

Sonra YÖK çıktı. ODTÜ’ye tırpan savruldu. Osman hocam ABD’ye gitti. Önce Ohio’da başladı. Harward’da “International Marketing” (Uluslararası Pazarlama) dersi verdi. Sonra Birleşmiş Milletler’de görev aldı. “Az gelişmiş ülke KOBİ’lerinin uluslararası rekabete hazırlanması” konusunda birçok ülkede eğitimler verdi. BM’in bu konudaki tüm başarılarının arkasında yer aldı.

Babalar günü vesilesiyle oğlumun isim babası, benim pirim ve ustam Osman Ata Ataç hocama şükranlarımı iletmek istedim.

Kişiliğimin oluşmasındaki olağanüstü katkıları için… Evliliği de unutmayayım…

😀