"dedikodu" etiketli yazılar:

21 Haziran 2009 Pazar

Dedikodu'yu engellemek

İş yerinde çok rastlanır… İnsanlar konuşur… Özellikle üretimleri ile katkıda bulunamayanlar, çene enerjisi ile birşeyler göstermeye çalışır.

Bunca yıllık deneyimlerim çene enerjisinin, zayıflamak dahil hiçbir işe yaramadığını ortaya koymuştur.

😛

İsmail Yalçınkaya‘dan alınacak yönetim derslerinin bir kısmını yazmıştım. [1], [2], [3], [4], [5] …

Bunlardan biri de dedikoduyu engelemek konusundadır.

Yapmazsınız ama… Diyelim ki gittiniz, birinden şikayet etmeye başladınız. İsmail bey hemen telefona sarılır…  Kimden şikayetçi iseniz onu da toplantıya çağırıverirdi.

Sonra:

– Ahmet’ciğim… Uğur diyor ki “Şu konuda böyle yapmışsın. Elbette senin haklı bir gerekçen vardır. Hep birlikte konuşalım mı?…”

Ağzınızdan “başkasının iş yapışı ve davranışları” konusunda çıkan her cümleden sonra karşılıklı yüzleşeceğinizi bilirseniz, “gerçeği, sadece gerçeği” söylemeyi öğreniverirsiniz.

O zaman da dedikodu yapmaz, yalnız işin gerekli koşullarına odaklanırsınız.

😛

Şunu da söylemeliyim. Maalesef, dedikodu ile yönetenlerin sayısı çok daha fazla… Oysa bumerang etkisi yapar… Hani, imam – cemaat meselesi…

🙁

30 Mart 2009 Pazartesi

Önce akıl gerekir

Yıllar önceden bir anı…

Perakende bankacılık yeni kuruluyor. Maslak’ta asma katı olan büyükçe bir yer… Herkes aynı yerde.

Çağrı merkezi uygulamasının Türkiye’deki ilk denemeleri. Hem İTÜ’ye, hem de Boğaziçi Üniversitesi’ne yakınız. Bazı çağrı merkezi elemanları üniversite öğrencileri. Dersleri yokken gelip çalışıyorlar. (Bazıları şimdi o bankanın çeşitli birimlerinde “kıdemli” müdür…)

Bu gençlerden biri bizim eve yakın oturuyor. Boğaziçi – İşletme’de okuyan cici bir kız çocuğu. Sabahları birlikte gelip gidiyoruz. Bazen bizim eve geliyor. Eşim ve çocuklarla iyi anlaşıyor. Ne de olsa meslekdaş adayı… Derslerine yardımcı olmaya da çalışıyoruz. Kendisini uyarıyorum: “Bu insanların aklına hep seks gelir”. Aldırmıyor.

Yanılmıyorum maalesef. Kısa süre sonra dedikodu çıkıyor. Kaynağını izliyorum. Benim bir elemanım.

Çağırıyorum yanıma… “Herkes dedikodunun senden çıktığını söylüyor” diyorum. “Mehmet’den duydum” diyor. Hemen orada yüzleştiriyorum. Mehmet de ona “şu gün sen bana demedin mi?…” diyor.

Bizimki karşımda… Sobelenmiş… Suçlu olduğu belli…

“Bana bak!”  diyorum… “Başarı değerlendirmeni ben yapıyorum, terfine ben karar veriyorum. Bu şirketteki geleceğin benim iki dudağımın arasında… Sen ise hakkımda dedikodu çıkartıyorsun. Bu dedikodunun çıkmasını bekliyordum. Şaşırmadım. Ama dedikoduyu senin başlatmana şaşırdım. Dedikodu çıkarttığın için kızmıyorum. Patronu hakkında dedikodu çıkarmanın kendisi için zararlı olacağına aklı yetemeyen bir adamın ekibimde yer almasına kızıyorum. Kafası bu düzeyde olan birini ekibimde tuttuğum için de kendime kızıyorum.”

😛

23 Eylül 2008 Salı

Büyü de gel çocuk…

Yıllardır iyi giden şirketini tam büyütürken batan genç girişimciler için “insan kendi büyümeden işini büyütmemeli” derdi babam. Bugün, gelirin tamamının kar olmadığını bilmeyen ve işletme sermayesini yönetemeyen genç girişimcilerden bahsetmeyeceğim. (Önümüzdeki günlerde gerek duyarsak, burada tartışmaya açarız)

Genç profesyonellerden bahsedeceğim. Kendisi büyümeden unvanı ve yetkisi büyüyenlerden… Koltuğun getirdiği gücü kendi gücü sananlardan

“Bu işler nasıl oluyor, ben neden doğru zamanda doğru yerde olamıyorum, neden benim yeteneklerim keşfedilmiyor…” gibi endişeleriniz varsa, yazıyı okuyun da sonra karar verin.

Aşağıda bazı formüller var.

  • İşinizi iyi yapmak ile uğraşmak yerine, kim(ler)in ileride üst yönetimde olacağını düşünmeye zaman ayırırsınız. Sigara molalarını, yemek saatlerinizi onlara denk getirirsiniz. Asansörde karşılaşınca, “mecburen” birlikte yemek yersiniz.
  • O ne derse “Ne kadar haklısınız?”, “Sizden başka kimsenin aklına gelmezdi, vallahi” dersiniz. Söylemleriniz “Sizin de dediğiniz gibi…” diye başlar; “sizin göreviniz bizleri eleştirmek; bizim görevimiz de sizin eleştirilerinizden ders almaktır” diye biter. Bir sonraki toplantıda da aynı şeyleri söyleyeceksiniz. Böyle bir girişten sonra patronunuz “hep bunları söylüyorsun, ama yapmıyorsun” diyemeyecektir. Kurtarırsınız.
  • Patronunuzdan önce her şeyin kötü olduğunu, o gelince düzeldiğini kendisine devamlı hatırlatırsınız. Bunca yılın olumsuzluğu elbette bir – iki yılda bitmeyecektir. Bir de eski alışkanlıklar ve yanlış bilgilenmenin etkileri vardır. Ama başta siz, tüm ekip var gücüyle düzeltmeye çalışmaktadır.
  • Her projeyi kurgularken, işler kötüye giderse kimi / nasıl suçlayacağınızı en baştan saptarsınız; hatta diğerlerinin de katılmasını ona göre istersiniz. Sonucun olumsuz olabileceği kararları “bakın, siz istediğiniz için bu kararı veriyoruz” diye kayda geçirirsiniz. Olumlu sonuçlanırsa, nasıl sahip çıkacağınızı biliyorsunuzdur.
  • Arkasından konuştuğunuz kişilerle öylesine yakınlık kurarsınız ki, “hayır, bana anlatılanlar yanlış herhalde, aslında çok iyi bir iş arkadaşı” diye düşünürler. İş ilişkileri konusunda bireysel esneklik rekorları kırarsınız.
  • Şirkette gayri resmi iletişimin kaynağı olursunuz. Tüm haberler sizdedir. Ama doğru, ama yanlış… Hatta patronunuza da bilgi / dedikodu aktarırsınız.
  • Zorunlu olmazsa patronunuzun hoşlanmadığı kişiler ile görüşmezsiniz. Zorunlu kalıp da görüşürseniz sık sık patronunuzdan söz edersiniz. Onun “evet” demeyeceği hiçbir fikri onaylamazsınız. Emin değilseniz, karar vermezsiniz.
  • Başarısız sonuçlanan her konuda yanıtlarınız vardır. Sizler için şimdilik şu bahaneleri hazırlayabildim. “Yan yattı, çamura battı, güneş gözüme girdi, hakem rakip takımı tuttu, rüzgar karşıdan esti, rakip sahadaydık, toprak sahaya alışkın değilim, elbisem dardı, müzik uygun değildi, ben yapmadım o yaptı, ona defalarca söyledim, meğerse kurallar değişmiş, dosya yanımda değildi, ekibime inanmakla yanlış yapmışım, siz doğru söylemiştiniz ama ben anlamamışım, filan, falan, kem, küm…”

Gerçekten büyümüş olanlara – yaştan bağımsız olarak – “büyük adam” deniyor. Onlar işleri yapıyorlar ama bahane bulmuyorlar. Başarısız olurlarsa sorumluluklarına sahip çıkıyorlar.

Başarılı olurlarsa… Zaten “başarılıların bahanesi olmaz