"değer" etiketli yazılar:

06 Ağustos 2021 Cuma

Kurum Değerleri

Kurum değerleri, yöneticiler orada olmadığında çalışanların, çevrelerine nasıl davrandığıdır. (Bu sözü bir HBR makalesinde okudum)

Bu cümleyi daha geniş açıdan ele almak gerektiğini düşünüyorum. HBR aslında şirketleri hedeflemiş ama kurum dediğimizde aklımıza sadece şirketler gelmemeli. Aile de bir kurumdur, okul da…

Değerler, sadece yasal kurallar ve etik ile sınırlı değildir. Kişinin genel bakış açısını oluşturan ve her türlü kararını ve davranışını şekillendiren girdilerin bütünüdür. Kurum kültürü de diyebiliriz.

Kurum (şirket, dernek, STK, okul, aile…) değerleri, değeri oluşturanlar (yöneticiler, kurucular, aile reisi, vb.) orada olmadığında üyelerin (çalışanların, dernek üyelerinin, okul öğretmen ve öğrencilerinin, aile bireylerinin…) çevrelerine (topluma, kurumun diğer fertlerine, astlarına, müşterilere, tedarikçilere, doğaya, vb…) nasıl davrandığıdır.

Yere çöp atıyorsa, kırmızı ışıkta geçiyorsa, arabayla giderken kaldırımdaki yayaların üzerine su sıçratıyorsa, başkasının sırasını almak için uyanıklık yapıyorsa aile kurumunun değerleri yanlıştır.

Değerli dostum İsmail Hakkı Polat, konuyu şöyle yorumluyor:

Eskiden liderin örnek olması gibi bir davranış seti vardı. Şirketin patronu çalışanlarının sık sık yanına gider, onlarla konuşur ve hatta aynı yemekhanede yemek yerdi. Şu anda patronu ancak medyada görebilirsin. Kurum değerlerini temsil edecek (örnek alınacak) birinin olmadığı durumda, bu kavramın içi direk boşalıyor doğal olarak.

Bu çok değerli yorumu tüm yöneticiler okumalı.

😉

Bankada çalıştığım yıllarda şunu gördüm. Bankanın yöneticilere verdiği makam arabalarından biri, kırmızı ışıkta emniyet şeridinden giderek herkesi sağladı (dikkat: solladı değil, sağladı) ve öne geçti. Plakayı aklımda tuttum. Sonra araştırdım. Teftiş Kurulu üyelerinden birine aitti. Telefonla aradım. Ne konuştuğumuzu tahmin edebilirsiniz? Bunca seneden sonra aklımda kalmasının nedeni, “başkalarının kurallara uymasını sağlamakla görevli” olması. Görevine ilişkin kavramları ve değerleri içselleştirememişti, anlaşılan.

Bir çalışanın “Artık mesaide değilim, istediğim gibi davranırım” dediğinde yaptıklarına bakarak kurum değerini içselleştirip içselleştirmediğini anlarız.

Bazen yöneticilerin veya kurucuların (özellikle start-up’larda), bir yerlerde okudukları kurum değerlerini şirket içi panolara astıklarını görürüz. İşe başvuran herkese anlatıldığını ve çalışmaya başlayanlara ezberletildiğini de gördüm. Ne var ki, kurucular (şahsen kendileri 🙂 ) o panolara yazılı değerleri uygulamaktan çok uzaktaydılar.

😉

Sözün özü, panolara yazmak veya çalışanlara ezberletmek sorun değil. Çevreye davranışları nasılsa, kurumsal değerleriniz onlardır.

Değerler konusunda şu videoyu (veya Türkçe açıklamasını) izlemenizi öneririm.

🙂

20 Nisan 2014 Pazar

Ben demiştim

Marketing Türkiye’nin 15 Mart 2014 tarihli sayısında Ali Saydam’ın yazısı dikkatimi çekti.

PR konusunda bazı söyledikleri ve yazdıkları için “ahkam kesiyor”, “sektöre ayar veriyor” gibi suçlamalarla karşılaşmış.

Değişim hep iki şekilde hayata geçer bizim sektörde: Ya ABD ya da İngiltere’den birileri çıkar, olması gerekeni söyler, kitabını falan yazar; ya da müşteri uyarır ve bastırır…” demiş. Cümle aslında şöyle devam ediyor: “bize has “haddini bilmezlik”, her zaman “Ayar vermek sana mı kaldı?” türünden kompleks kumkuması “teflonluklarla” karşılaşmak zorunda kalmıştır.

😛

Kendimi Sn. Ali Saydam ile kıyaslayacak kadar “haddimi bilmez” değilim ama… Tıpatıp aynı cümlelerle defalarca karşılaştığım için, birkaç satır yazma gereğini duydum.

Benzer suçlamalarla birkaç kez karşılaştım. 2006 – 2009 yıllarında “Sosyal mecraları pazarlamacılara bırakmayacağız” diyen teknik kökenli insanların hemen hepsinin bugünlerde pazarlama konularında faaliyet gösterdiğini söylesem…

Karşılaştığım zaman yüzlerine vurmuyorum. Bu yazıyı okuduklarında o zaman yazdıklarını bir düşünüyorlarsa, bana ne mutlu.

😉

Yine o yıllarda, ölçülebilirlik konusunu sıkça gündeme getirdiğimde benzer tartışmalar yaşandı. Bazı dijital (?) ajanslarımız “Sosyal mecralarda ölçülebilirlik sadece layk, fan sayısı gibi engeyçmınt ile ölçülür. Satışa veya kara etkisi ölçülemez” görüşünün yılmaz savunucularıydı. Ben bunun cehaletten veya tembellikten kaynaklandığını savunuyordum. [1] , [2] , [3] , [4] , [5]

Geçenlerde onlardan birinin ölçülebilirlik konusunda demeçlerini gördüm bir dergide. Ya anlamıştı, ya da okuduklarından öğrenmişti. (ABD veya İngiltere etkisi…)

😀

Üçüncü örneği özellikle sona sakladım.

Bloglarda Pazarlama dizisini [a] , [b] , [c] , [d] , [e] yazma nedenim, Friendfeed’deki bir tartışmaydı. “Şöyle yapılırsa hem blogger, hem marka, hem de tüketiciler için değer üretilir” diye yazmıştım. Sıkı bir saldırıyla karşılaştım.

Bağımsız blog evrenine ayar vermek” suçlaması mı istersiniz; “Bu evreni kapitalizme peşkeş çekmek” mi…  Seçin beğenin.

Değer üretmek” deyince aklına “para” gelenlerin Y neslinden olması üzücü. Bilişim döneminde “değer ≠ para” olduğunu bilmeyen; bilişimin ana kavramlarından habersiz olup internet kullandığı için kendisini bilişim döneminde zanneden kişilere üzülmemek elde değil.

Değer yazılarını da [€] , [$] onlar için yazmıştım.

😛

Ali Saydam, yazısının başlığında “Haklı çıkmaktan bıkmadım” demiş. Ben de (defalarca [a] , [b] söylediğim gibi) “Ben demiştim” demeyi çok severim.

😉

  • Not: Bu yazıyı 1 ay önce yazmıştım. Yayınlamayı unutmuşum.

😛

 

11 Şubat 2013 Pazartesi

Yeni Medya ve Sosyal-izm

Bugünlerde herşeyin başına ya yeni geliyor, ya da sosyal kelimesi. Sonuçta ikisi birden kullanılmaya başlandı. Artık çifte kavrulmuş “Yeni Sosyalizm”den bahsediliyor ya. Kuramsal kökenlerini sorgulamak istedim. Benim taraftan bakınca, pek de “yeni” değil. 1960’lardan beri vardı. Bence internet sadece ivmesini (hızını ve gücünü) arttırdı.

😉

1950 – 1970 yıllarında Dünya’nın en bilinen ekonomisti olan John Kenneth Galbraith  sermaye piyasalarının oluşmasını, hisselerin halka yayılması olgusunu şöyle değerlendiririyordu.

Yöneticilerin artistlerle oynaşmaları, şirketlerin rüşvet verirken yakalanmaları borsadaki hisse değerlerine yansır. Şirketleri yönetenler toplum tarafından hoş görülmeyen işler yaparlarsa hisselerin değeri düşer. Bundan en büyük zararı ana sermayedarlar görür. Onlar da bu yöneticiyi cezalandırır

Hisselerin halka dağılması sayesinde dolaylı olarak toplumun şirket üzerinde denetimi oluştuğunu, toplumun uygun görmediği davranışların engelleneceğini düşüyordu. Böylece New Affluent Society kitabında kendisinin “Yeni Sanayi Sosyalizmi” (New Industrial Socialism) diye isimlendirdiği kavram ortaya çıktı.

😉

Bugünlerde sosyal mecralar sayesinde, toplumsal duyarlık yaygınlaştı. Uluslararası şirketlerin gelişmekte olan ülkelerde doğal kaynakları (ormanlarını, madenlerini, vs.)  hatta başta çocuk işçiler olmak üzere insanlarını sömürmeleri, denizleri ve nehirleri kirletmeleri gibi konular sadece hissedarların değil, artık tüm toplumun tepkisini çekiyor.

Eskiden sadece maddi paydaşlar (küçük hissedarlar, büyük ortaklar, çalışanlar, yöneticiler, vs.) ilgi gösteriyordu. Artık hemen herkes tepkisini belirtiyor. O ürünü daha ucuza alabilecekken, dünyanın öbür ucunda çocuk işçi çalıştırılmasına veya çevrenin umarsızca kirletilmesine karşı geliyor. (Bu nedenle artık Değer ≠ Para diye tutturuyorum [1] ve [2] .)

Bence ana kavram değişmedi. Bilişim devrimi ile değişen, görece paydaş olmayanların hesap sorar duruma gelmesidir.

😛

Bu aşamada neyin hesabının sorulduğuna, neye karşı tepki gösterildiğine dikkat etmek gerekir. Aksi koşulda yeni sosyalizm de adaşı gibi kısa ömürlü olur.

Sorgulamalarım sürüyor.

😉