"diploma" etiketli yazılar:

04 Ocak 2016 Pazartesi

Gerekli Şart

ODTÜ’de okuduğumuz yıllarda İstatistik dersinde şöyle bir uygulama vardı:

Diyelim ki sınavda 4 soruyu güzelce çözdünüz. 5’inci soruda olasılığı 0 – 1 aralığı dışında (ya da daha anlaşılır yaparsak %0’dan az veya %100’den çok) buldunuz; veya korelasyonu eksi 1 ile artı 1 arasında bulmadınız… Sınavdan SIFIR alırdınız. Bu final sınavı ise, gelecek sene tekrar…

“Ama ben 4 soruyu doğru yapmıştım, sadece %20’si hatalı” cümlesini kimse kabul etmezdi.

Bir hesap hatası yaptığınızda (ki bu herkesin başına gelebilir) sonuç olması gereken sınırların dışında çıktıysa cevabı belirtmek yerine “Hesap hatası yaptım, sonucu yanlış buldum” diye yazmanız beklenirdi. Böylece, sadece o sorudan not almayabilirdiniz. Diğer soruların yanıtları sayılırdı.

Hasbelkader sınavı yapmak ve rakamları yazmak değil, temel kavramları anlamak gerektiğini  bilirdiniz.

Egitim-Einstein

Niye bunu anlattığımı söyleyeyim.

Bir eğitim dönemi bitiyor. Katılımcılarla vedalaşıyoruz. Gidip bir kahve içmeye oturuyoruz. Az önce derse katıldığı için kutladığın, teşekkür ettiğin biri geliyor. “Benim bir fikrim var” diye başlıyor. Anlatıyor.

Kendi sorusunun yanıtını 14 hafta boyunca işlediğimiz yöntemlerle sorgulasa, hayata geçirip geçirmeyeceğine zaten karar verecek.

“Biz anlatamadık” diyemeyeceğim. Bizim sadece sınıfta anlattığımız, sonra sınav yaptığımız bir ders değil. Bizzat işbaşı eğitim gibi [1] , [2] , [3] ders veriyoruz. Ezberleyip anlattığımız bir ders olmadığı ve her projeyi bizzat ele aldığımız için bizim çok daha yorulduğumuz bir şekilde emek veriyoruz.

Onları en iyi şekilde eğitmeye çabalıyoruz. Ezber olmasın temel kavramları öğrensinler diye çırpınıyoruz.

🙁

Bizim öğrencilik dönemimizin İstatistik sınavı gibi bir şey olsa… Temel kavramları anlamadığını gösteren kişiyi, sınavda veya ödevlerde ne yaptığından bağımsız olarak sınıfta bıraksak…

Yeterli şart iyi de, gerekli şart unutuluyor. Asıl amaç “öğrenmeyi öğrenmek” olmalıdır, sınıfı geçmek, MBA yapmak değil.

😉

Üstelik, öğrenip öğrenmediğinizi iş yerinizden gizleyemezsiniz. Bari eğitimin, öğretimin ve okulun değerini azaltmayın.

 

08 Haziran 2011 Çarşamba

Kişiselsizleştirme

Teknoloji sayesinde değişen yönetim kavramlarına Komuta tekliği ile başlamıştım. Dünkü Örgütsel yapı türleri yazısındaki zor anlaşılır cümlelerden cesaret bulup, değişen bir kavramı daha anlatmak istiyorum.

Kişiselsizlik. İngilizce de (impersonality) diye geçen bir kavram bu. Değişimi anlamayan ama kendini kurumsallaşmış zanneden firmalarda masanın eni ve boyu, çekmecelerin sayısı, koltuğun şekli, telefon cihazının özellikleri kişisel beceri ve ihtiyaçlarınıza değil, ünvanınıza bağlıdır. (Geniş açıklama burada.)

😉

Değişen nedir diye soracak olursanız, yanıtım şöyle:

MBA diplomasını ne yapmalı yazısında vurguladığım gibi, yönetim prensipleri 1800′lerin sonu ve 1900′lerin başında ortaya çıkan sanayi devriminin sonunda, 1910 – 1920 yılları arasında “orta kapasiteli insanların yönetilmesine dayalı” kurallardan oluşmuştur.

Yüzyıl sonra başka bir devrim oldu. Teknoloji ve özellikle internet sayesinde, yenilikçilik yaygınlaştı. Şirketler, sürdürülebilir büyümeyi sağlamak için üstün kapasiteli ve becerikli insanları elde tutmak zorunda kaldılar. Büyük kurumlar, yenilikçiliği şirket içinde yeşertmek ve desteklemek için yeniden yapılanmaya başladılar.

Şirkete ait olan standart renk ve biçimdeki tel zımba, makas, lamba, PC’nin verimi artırmadığı ortaya çıktı. Bir kişi gittiği zaman hemen yerinin doldurulamayacağı noktaların sayısı arttı. Bu insanların rahat edecekleri ortamı yaratmak gerekti. Kişisel ihtiyaçlar, masanın eni boyu gibi şekil şartlarının önüne geçti.

  • Toplu satın alım sayesinde elde edilen verimin, yenilikçilik sayesinde elde edilen verim ile kıyaslanamaz olduğu görüldü.

Masanızı istediğiniz gibi donatmanızla yetinmeyip, isterseniz dışarıda hatta evinizde çalışmanıza izin verilmeye başlandı.

Eski yönetim anlayışının bir uzantısı olan kişisizleştirme, tarihe gömülüyor. Yeter ki siz de yeni dönemin bir ferdi olun.

😀

11 Eylül 2010 Cumartesi

Nasıl bir öğrenci – 2

Okul açılmak üzere…

Bildiğiniz gibi, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde CRM (Müşteri İlişkisi Yönetimi) dersi veriyorum.  MBA düzeyinde ve zorunlu ders  değil. Bu durumda, dersi alacak olan öğrencilerin en azından Google‘dan araştırma yapmalarını bekliyor insan. Kimdir, nasıl bir hocadır, notu kıt mıdır, vb…

Derse gelen öğrencilere “Neden CRM dersi almak istediklerini” soruyorum. Çoğunun, değil CRM dersinde ne anlatıyorum yazısından, ugurozmen.com’dan bile haberi yok.

🙁

Friendfeed’de sormuştum. “MBA ne demek” diye… Bazıları için Master of Business Administration (iş idaresi ustası), bazıları için ise “Masrafını Babamdan Alın” veya “Maalesef Ben Anlamıyorum” anlamına geliyor.

😛

Şu master = usta deyimine takmış vaziyetteyim zaten.

Haftada iki saat seyretmekle USTA olunmuyor. Halkımız, “seyretmekle usta olunsaydı, kediler kasap olurdu” demişlerdir.

Yani haftada 2 saat okula gelindiği için Master unvanı hak edilmez.

2009’da yayınladığım Nasıl bir öğrenci yazısının yorumlarından bir cümleyi burada tekrarlayacağım. Bir işe başvurduğunuzda, “dersler önümüzden tren gibi geçti” mi demek istersiniz, “ben şunları biliyorum” demeyi mi?

😛

Geçen yılların öğrencilerinden ben de birşeyler öğrendim.

Bu nedenle, önümüzdeki dönem içinde dersimi almak isteyen öğrencileri baştan uyarmak istedim.  Bazı (az sayıda da olsa)  öğrencilerimden duyduklarım ışığında hazırladığım liste aşağıda…

Sevgili Öğrenciler,

Bunlardan birine bile “EVET, işte bu ben…” diyorsanız, CRM dersini önermiyorum.

Ben anlatmak için değil, öğretmek için okula gidiyorum.  Siz de öğrenmek için oradaysanız… Hoş geldiniz,  sefalar getirdiniz…

😀