"işletmecilik" etiketli yazılar:

24 Ağustos 2021 Salı

Acil Durumda Karar Verme

Kriz var ama kurumda ivedilik duygusu yok. “Bekleyelim, daha sonra duruma göre ne yapacağımıza karar veririz” diyenler çoğunlukta. Yıllarca böyle yapılmış. Bugün çeşitli kurumların yönetim kademelerinde olanlar daha çömezliklerinde bu yöntemi öğrenmişler. İşleri akışına bırakıp kulağının üzerine oturma yöntemine “Kennedy yöntemi” diye de isim takılmış.

Kennedy’nin böyle bir karar verme yöntemi olup olmadığına baktım. Hiçbir yerde, “Kennedy karar vermeyip olayları akışına bırakırdı” gibisinden bir şeyler okumadım. Aksine, HBR’ın bir makalesinde  Domuzlar Körfezi Çıkarması hezimetinden sonra ortak karar verme konusunda yapılan yenilikleri anlatıyor. Son paragraflardan birini aşağıya alıyorum.

President Kennedy’s redesign of his decision making process has had enormous influence on today’s management thinking on leading teams. The idea of instilling candid debate to avoid groupthink has become a guiding principle in many business school classrooms and boardrooms.

Naçizane tercümesi (daha iyisini önerirseniz, değiştireyim)

Başkan Kennedy’nin karar verme sürecini yeniden tasarlaması, günümüzün ekip liderliği konusundaki yönetim düşüncesi üzerinde muazzam bir etkiye sahip oldu. Grubun ortak dolduruşa ulaşmasından kaçınmak için samimi bir tartışmayı aşılama fikri, birçok işletme okulu sınıflarında ve yönetim toplantılarında yol gösterici bir ilke haline geldi.

Ara not: Makalenin HBR’da yayımlanma tarihi Kasım 2013. Oysa biz bu olguyu 1979-1980 ders yılında okumuştuk. Arada 33 sene var. Bu vesileyle, bizi yetiştiren ODTÜ İşletmecilik’teki değerli öğretim üyelerine şükranlarımı tekrar iletiyorum.

Makalenin mutlaka okunmasını öneririm. Bir yerlerde Türkçe tercümesi vardır, biliyorsanız lütfen link verin.

MBA ve doktora nedeniyle oldukça uzun süren öğrencilik hayatım boyunca okuduğum Karar Verme konusundaki eğlenceli yazılardan birinde, İngilizcede hepsi D harfiyle başlayan bir yazı aklımda kalmıştı.

Bu blog yazısını hazırlarken araştırdım. Maalesef bazı eski ders ve referans kitaplarımı birilerine vermişim. Google’da 30 yıldan eski kaynakları bulmak kolay değil. Aklımda kalanları ve Google’da bulduğum diğer benzerlikleri bir araya getirdim.

😀

Aklımda kaldığı kadarıyla…

“Eğer karar vermek zorunda kalırsan…

    • Delete (Drop) – konuyu gündemden düşür, ortadan kaldır, böyle bir sorun yokmuş gibi davran. Bunu yapamıyorsan…
    • Defer (Delay) – Hemen karar verme. Kararı ertele, geciktir. Belki bu arada kendi kendine çözülür. Bu da olmuyorsa…
    • Delegate – Kararın sorumluluğunu başkasına yükle. Tercihen sana bağlı biri de olmasın.

Bunları beceremezsen, başka çare kalmamışsa

    • Decide – Karar ver. Kimin, neyi, nasıl yapacağını anlat. Baktın ki bu da iyi çalışmadı…
    • Do – O da olmazsa kendin yap”

😀

Bu arada, 40 yıldan uzun süren iş hayatım boyunca, yukarıdaki aşamaların sadece ilk üçünü uygulamak (sorunu görmezden gelmek; erteleyip kendi haline bırakmak; ateşten topu başkasının kucağına itelemek) için elinden geleni yapan, zorunlu kaldığında karar verince de hiçbir önemli kararını yazılı iletmeyen – maalesef bununla da övünen – ve buna rağmen patron tarafından hemen kapıya konulmayan, aksine takdir edilen çok sayıda üst düzey yönetici gördüm.

🙁

Birçok yazıda bahsettiğim [1] , [2] , [3] kriz senaryosu konusuna gelmedik bile…

O başka bir yazının konusu

😉

18 Ocak 2019 Cuma

Bir Öğrencilik Anısı

Adım geçen kitaplardaki ilgili bölümü bloguma taşıyorum. Yakınlarıma ve çocuklarıma kendi yaşam hikayem konusunda, başkalarının gözünden parçalar bırakmak için.

😉

Sevgili dostum Mehmet Sezgin, “Hikayesi En Bol” adlı kitabında benden bahsetmiş.

Benden bahsettiği bölüm, ODTÜ’deki ilk ders.

Benim taraftan anlatayım.

Bölümün adı İşletmecilik. Her sene, okula yeni gelenleri işletmek gerekli. Bizim son sınıfta olduğumuz sene, bu oyunun baş rolünü ben üstlendim. Kaba sakalım ve dalgalı saçlarımla biraz mağara adamı görünümündeydim. (Maalesef – veya iyi ki – o döneme ait bir fotografım yok.)

Muhan Soysal hocamızdan taktik de aldık. Sınıfın genç görünenlerini araya yerleştirdik. En genç görünenlerden biri, basketbol liginde oynuyordu. Onu “tanıyan olabilir” diye sınıfa çağırmadık.

Ben kürsüye çıkınca “Yine mi bu! Bunun yüzünden sınıfta kaldım” gibi cümleler söyleyeceklerdi. Böylece daha ben konuşmaya başlamadan bir korku havası estirecektik.

Senaryo iyi çalıştı. Daha birkaç dakika olmadan, sadece benim sesimin duyulduğu bir ortam oluştu. Tahtaya anlamlı, anlamsız bir şeyler yazıyordum. Bu sırada kapı açıldı. Son derece güler yüzlü biri (Mehmet Sezgin) amfiye girdi. Yukarıdan aşağı sakin bir şekilde indi.

Ben “bu ne cüret” der gibi, iki elimi belime koyup baktım. Geldi en ön sıraya oturdu. Sınıfta çıt çıkmıyordu.

Aradığım fırsat gelmişti. Onun geç girişini bahane edip, sinirlenmiş rolü yapmaya başladım. “Uçak olsa beş dakika geç girebilir misin?” “Beyefendi, uçak çoktan kalktı” “İnsan ODTÜ’deki ilk dersine de geç kalır mı?” “Madem geç geldin, bari arka sırada bir yere usulca otur. En ön sıraya kadar gelip dersin gidişatını ve benim konsantrasyonumu neden bozuyorsun

Ortamda izleyici olanlar bile buz kesmişti. O ise, güler yüzünü pek de değiştirmeden bakıyordu. “Madem son geldin, tahtayı sil” dedim. Keyfini bozmadan sildi, silgiyi yerine koyup gitti oturdu.

Peter Drucker’ın “Verimlilik işleri doğru yapmak; etkinlik ise doğru işleri yapmaktır” cümlesini de bu arada söyledim.

Onunla uğraşırsam işe yaramayacak olduğunu anladım ve yine sınıfa döndüm. Yukarıda, Mehmet Sezgin’in kitabında yazdığı şekilde korku ortamını sürdürdüm. Tahta silinmişken “Az önce ne anlattım ve ne yazdım” diye bir küçük sınav bile yaptım.

Muhan hocamızla “20 dakika” diye anlaşmıştık. Hocamız üst kapıdan amfiye girdi. Onlarca basamağı inip ön tarafa geldi. Sınıftakilerin çoğunluğu bunu farketmedi bile. Ben “Arkadaşlar, Tarih dersine yeterince geç kaldık. Haydi gidelim” dedim.

Yeni öğrencileri öylesine paralize etmişiz ki, bizim sınıftakiler ayağa kalkıp “İzin verir misin? Tarih dersine geç kaldık” diye izin istediklerinde boş gözlerle bakmışlar.

Neyse, biz eğlenerek Tarih dersine gittik.

😉

Muhan hocamız da sınıfın donuk ve anlamsız bakan gözlerini görmüş. “Çıkın, 10 dakika hava alın” demiş.

Döndüklerinde İşletmecilik Bölüm Geleneğini anlatmış. “Buna da “işletme” derler ama, biz size burada gerçek işletmeciliğin ne olduğunu anlatacağız” demiş. Derse, döneme, okula başlamışlar.

😀

Mehmet Sezgin ile asistan – öğrenci değil, arkadaş ve dost olduk. Birbirinin en büyük rakibi olan şirketlerde çalıştık. Dostluğumuz bozulmadı.

==

Bu arada, kitabı okuyun. Sadece kredi kartı veya ödeme sistemleri açısından değil, ekip yaratma, organizasyon yapısı, kurumlarda güçlükleri aşmak için yapılabilecekler, bilgi paylaşımı, vb. birçok konuda esin kaynağı olabilecek satırlar var.

Keyifle okuyacağınıza eminim.

.

08 Ekim 2016 Cumartesi

Durumsallık

ODTÜ İşletmecilik’te okurken en önemli bakış açısının “durumsallık” (contingency) olduğu öğretilmişti.

Bunu “mutlak doğru yoktur” diye alabilirsiniz.

Sevgili Simto Alev sayesinde gördüğüm bu gif durumu anlatıyor.

Değişen koşullar karşısında, her zaman davrandığın gibi yapmaya devam edersen hem müşterini kaybedersin, hem de kendin düşersin.

😉