"İstanbul" etiketli yazılar:

22 Ağustos 2014 Cuma

İstanbul halleri

20 Ağustos günü çeşitli kamu araçları ile İstanbul trafiğinde 4 saat geçirdim. Metro, minibüs, taksi, dolmuş motoru (bazılarını birkaç kez) yolculukları yaptım.

Hemen her gün, hepimizin gördükleri ve duyduklarının bir kısmını not ettim.

😉

Yürür merdivenle metroya iniyorum. 4 orta yaşlı hanımefendi (sanki bir masa etrafında gibi küçük bir daire oluşturmuş gibi) yürür merdivende sohbet ediyorlardı.

Geçmek için izin isteyince içlerinden biri “Acaba bunlara merdivenin zaten yürüdüğünü söylesek mi?” dedi.

(Benzer cümleyi Ankara otobüs garajında bir delikanlıdan duymuştum.)

🙂

Dolmuşta şoförün hemen arkasındaki (2 kişilik olduğu iddia edilen) sıra boştu. Bacaklarım sığmadığı için, dışarıya doğru oturdum. Az sonra benden bir karış kısa ama muhtemelen 10 kilo fazla bir teyze bindi. Omuzuma dokundu: “Yana geç de biz de otursak” dedi.

Hemen ayağa kalkıp yol verdim. “Buyurun, siz geçin” dedim.

– Aaa… Orası çok dar.
– Evet yenge. Ben bu boyla oraya sığar mıyım?
– Sen otur öyleyse…

Geçti başka yere oturdu.

🙂

Beşiktaş – Üsküdar dolmuş motorundaydım. Tekne Beşiktaş’ta duruyordu. Daha motorları bile çalıştırmamıştı.

Hemen yan tarafımda 3 kişi var. Teknede elinde çay – tost – limonata olan garson kılıklı bir çalışan sartış yapmaya çalışıyor.

3 kişiden biri “Bize 3 çay versene” dedi. Garson onların yanına geldiğinde 3 kişinin en yaşlısı “İçmeyelim. Aha şurası. hemen ineceğiz” diye geri gönderdi.

Tekne Beşiktaş’ta duruyordu. Daha motorları bile çalıştırmamıştı.

🙂

Taksi şoförünün fişini de dün yazmıştım.

Her gün tekrarlanan acar şoförler, ter ve sigara kokuları, itip kakarak boş yere geçme çabalarını zaten saymıyorum.

İstanbul’da zaten her gün, çok sayıda öyküyü hep birlikte yaşıyoruz.

😀

ist-sesleri

Ben yine güzel bir metro tadı bırakmaya çalışayım. İstanbul Sesleri

😉

21 Ağustos 2014 Perşembe

Taksi fişi

Dün ilginç bir gün yaşadım. Bazı kısımlarını sonra yazacağım.

Maslak’tan Haliç Üniversitesi’nin Kağıthane yerleşkesine gitmek için taksiye bindim. 17 lira tuttu. Taksi şoförünün verdiği fiş aşağıda.

taksi-fisi

Rakamlara bakınca 12 mi, 17 mi belli değil. Yazısı ise tam bir felaket.

İstanbul’un yoğun bir saati değildi. Vardığımız yerde hemen binmek için acele eden kimse yoktu. Yani sakince 2 kere “17.-” ve bir kere “Onyedi” yazmayı engelleyen yan etmenler yoktu.

🙁

Bunu niye mi yazdım.

Change.org’dan İstanbul taksilerini iyileştirme etkinliği için davet almıştım.

Açıkçası orada yazılanlara katılmakla beraber çözümün daha üst noktada olduğuna inanıyorum.

Daha önce de yazdığım gibi, sorun aslında belediyelerin KOTA ile taksi plakası vermesidir. Sorunu ortadan kaldırmanın yolu ise

  1. Sınav yapmak… Adam gibi bir sınav. Tüm hastanelerin, okulların, kamu dairelerinin yerini bilmesini sağlayacak… Ve sınavda kazanan herkese taksi plakasını ayda 3000 TL karşılığında vermek. Kota koymadan… Ama iyi kayıt ederek…
  2. Müşteri ilişkisi ve trafik kurallarına uyum konusunda da kurallar geliştirmek. Belli bir negatf puanı alan kişinin kesinlikle bir daha taksi plakası almasını engellemek.
  3. Taksimetrenin otomatik fiş vermesini sağlamak.

Hepsi bu kadar.

Aksi takdirde, sadece müşterilerine kötü davrananları değil

engelleyemezsiniz.

😉

 

03 Temmuz 2010 Cumartesi

Edebiyat'ın İstanbul'u

Bugün Cumartesi… Hava da güzel. İstanbul’un keyfini çıkarabilecekler, fırsatı kaçırmamalı…

😀

Babam Rahmi Özmen, üniversite okumak için gelmiş İstanbul’a.

  • O dönemler birçok Anadolu şehrinde lise bile yokmuş. Onu da yatılı okumuş.

İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmiş. Yüksek Mimar olmuş.

İstanbul’u çok sevmiş. Aldığı bazı İstanbul konulu kitapları saklamış.

Bunlardan biri de Yapı Kredi Bankası’nın 10’uncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yayınlanan kitap.

Edebiyatın 3 büyük ismi, İstanbul’u yazmış…

Daha önce yazmıştım. Babam edebiyata düşkündü. Başucunda külliyatlar dururdu. Aklında onbinlerce mısra vardı. Ve her durum için bir beyit veya dörtlük ile yanıt verebilirdi.

Bu kitabı kaçırmamış.

Yahya Kemal, İstanbul’un fethini anlatmış.

Abdulhak Şinasi Hisar, Boğaziçi’nin güzelliklerinden bahsetmiş.

Ahmet Hamdi Tanpınar ise, İstanbul’un mevsimlerini, doğasının güzelliklerini ve içindeki sanat eserlerini yazmış.

Ben de 40 yıl önceki Erenköy’ün o güzel köşklerini resimlemeli ve yazmalıydım. Yıkılıp yerine betonarme binalar yapılmadan önce…

Edebiyatın ustaları kadar güzel olmazdı elbette… Ama geriye tarihten izler kalırdı.

🙁