"kölelik" etiketli yazılar:

12 Şubat 2018 Pazartesi

Kölelik

Bu blogun en çok yorum alan yazısı “30’dan sonra Meslek Değiştirmek” konulu olan yazıdır. 146 yorum almıştır. Bu yorumların büyük kısmında iş dünyasının kölelik uygulamalarından şikayet edilir.

Geçen hafta yayınladığım Açık Ofis yazısına yapılan yorumlarda da yine kölelik düzeninden şikayet edenler vardı. Bunlardan sadece Ferah Onat hocamın “mesai saatleri katıysa veya çok fazla saatleri aşıyorsa her türlüsü kölelik düzeni” yorumuna katılıyorum.

Neden geri kalanların çoğunluğuna katılmadığımı anlatayım.

🙁

Defalarca “insanı köle yapan patronu değil kendisidir. Kölelik bir durum veya konum değil ruh hâlidir” diye yazmışımdır.

Bence

  • Kendisini geliştirmek için bazı konularda fedakarlık yapmayan,
  • Fedakarlık yapmamayı kendince haklı (zamanım yok, param yok, yeni aletleri almak benim mesleğim için elzem, işe giderken ve çıkışta serviste geçen zamanda sosyalleşiyorum, ve benzeri) bahanelerle hayat tarzı haline getiren,
  • Kendisini geliştirmediği için aynı işleri yapanlar arasında temel bir farklılık oluşturamayan,
  • Mesleki bilgisini arttırmadığı için farklı işverenler tarafından tercih edilebilecek bir duruma gelmeyen,
  • Dolayısıyla istemediği bir işte çalışmak zorunda kalan

herkes kölelik düzeni diye şikayet eder. İlgi alanını etki alanıyla değiştirmek için fedakarlık zorunludur.

Uzmanlığınızı ilgili herkesin tercih edeceği seviyeye taşımak için çaba göstermezseniz, düzenden çoook şikayet edersiniz. Elbette böylesi, kendisinden şikayet etmekten daha kolaydır.

😉

05 Nisan 2017 Çarşamba

Öğrencilik Halleri – 8

Az önce Fatmanur Erdoğan’ın bir Facebook mesajını gördüm.

Yazının altına yorum yazmaya başladım. Ama uzayınca, bloga almaya karar verdim.

😉

Avrupa ve Amerika için bugünlerde iş hayatına yeni başlayanların ortalama 17 – 20 iş değiştireceği iddia ediliyor.

  • Türkiye için bir öngörü okumadım. Yine de, az gelişmiş ülkelerde değişimin daha hızlı olacağını da eklemek isterim. Boş yere “emerging country” demiyorlar.

35 sene önce değişimin hızı konusunu “Fortune 500 şirketlerinin ortalama ömrü 25 seneye indi. Okuladan sonra ilk çalışacağınız şirket, siz emekli olurken büyük ihtimalle hayatta olmayacak” diye örnekleyerek anlatırlardı.
Bugünlerde 25 değil, 12-15 sene olmuş. Yani Fortune 500’dekilerin ortalama ömrü yarı yarıya azalmış.

Buraya kadar olanı harici bilgiler. Ben “tek tip” olmanın ne kadar yaygın olduğundan bahsetmek istiyorum.

😉

Yönetim bilimlerinde değişenler konusunda birçok yazı yayınladım. Komuta tekliğinin değişmesi yazıma en çok tepki gençlerden geldi. “Kime doğrudan bağlı olacağını, kimden emir alacağını” net olarak bilmek istiyorlardı.

  • Bunlar freelance çalışmanın özgürlüğünü isteyen çocuklar, aynı zamanda… Aradaki çelişkiyi o kadar görmüyorlar ki, şaşırırsınız.

😉

Girişimci olarak başarılı olmuş, iyi bir exit yapmış, daha sonra hem melek yatırımcı hem de mentor olarak 1300 start-up fikrini dinlemiş bir usta, Dijital Dönüşüm dersimizde “Business Model Canvas” anlatıyor. Herkesin yaratıcılığın yetmeyeceğini, bir fikrin aslında nasıl işlenmesi gerektiğini öğrenmesi lazım.

Ama genç arkadaşımız, sunumun ilk dakikalarda duyduğu “Start-up’ların %90’a yakını batıyor” cümlesini bir ölçek zannediyor. “Demek ki bu anlattığınız “Business Model Canvas” yöntemi sadece %10 geçerli” diyor. (“Neden zamanımı boşa harcıyorsunuz?” edasıyla)

  • Şunu öğreneyim. Her fikri bu şekilde işlemek yararlı olabilir” diye düşünmüyor. Değişimin hızlı olduğu yerde ve zamanda, sadece birbuçuk saat içinde başarısı garantili bir model alıp zengin olmak istiyor.
  • Bunu yapmazsan batma ihtimalin yükselir; yaparsan belki olmayacak bir fikrin peşinden koşmayı bırakırsın” diye dinlemiyor.

Danışmanlık yaptığım bir yerde, sürekli “Fikirlerim şahaneydi. Beni dinlemediler. Rakipler yaptı.” diyen genç arkadaşlara, “Doldur şu “Business Model Canvas”ı, senin önerini en üst yönetime bizzat ben sunacağım” dedim.  Her hafta 3 fikir söyleyen arkadaşlar, 5 aydır tek bir sayfa ortaya koyamadılar.

😉

Derse öğrenmeye değil, iç dökmeye geliyor. Lisedeki “hocayı amma sıkıştırdım” kafasıyla (üniversite lisans eğitimi bile değil) MBA’de durmadan konuşuyor. “Anlattığın konular dersle ilgili değil” deyince tepki gösteriyor.

Egitim-Einstein

MBA’de derse başlarken “Birçoğunuzun oturmayı amaçladığınız koltuklardan geliyorum. MBA’de öğrenci gibi davranmam, iş arkadaşım gibi davranırım” diyorum. Öyle baştan savma bir “öğrenci ödevi” verilirse, yüksek not alınmayacağını, iş hayatına yakışır projeler hazırlamaları gerektiğini anlatıyorum.

STK’da çalışan arkadaş, “çok kapitalist bakış açısı“, “bana yararı olmaz” diye dersi bırakıyor.

  • Muhtemelen 40 yıl sürecek iş hayatı boyunca 17 – 20 kere iş değiştirecekmiş… Hızlı değişimde ayakta kalmak için, zaten değişecek olan mutlak doğruları değil düşünme sistemini öğrenmek gerekirmiş…  Umurunda mı?

Birkaç gün sonra “Eğitim nasıl verilmeli” diye uzun bir mesaj gönderiyor. Bahsettiği “nasıl”ın ancak Sokrates – Eflatun örneği özne-özne eğitim olabileceği, sınıfta verilen eğitimde neredeyse imkansız olduğunu düşünmüyor. Bir de “bankacı eğitim modeli” diye laf çakıyor.

  • Bir eski patronum böyle durumlarda “bir yerde okumuş” derdi. Doğrusunu da bilmiyor. “Bankacı eğitim modeli değil, eğitimin McDonaldlaşması” denir.

Ama derse öğrenci gibi değil de “gözlemci gibi” gelmek istiyor. Nedeni, onun cümleleriyle “Çalıştığım yer şu sıralar bir özel şirketle, dijital içerikli bir sosyal sorumluluk projesi yapmak istemekte. Dolayısıyla bir proje geliştirmek için de göreceğim yeni bilgiler benim için faydalı olacaktır.

  • Madem genel eğitim yöntemini sevmedin, madem benim ders verme yöntemimi sevmedin, madem benim bakış açımı da sevmedin, sana yarar sağlamayacağını düşünüyorsun… Zorla öğrenilmez arkadaş… Neden kendine eziyet etmeye geliyorsun ki…

😉

Diyeceğim şu:

Fatmanur’un bahsettiği gibi tek tip‘leşmeyi sadece patron, aile, çevre dayatmıyor. Gençler zaten tek tip olmak için ciddi çaba sarfediyor. Elbette Dünya’nın en cahil 9’uncu ülkesi çıkarız.

.

07 Şubat 2017 Salı

Önemli Görünmek

Geçenlerde Dışbank’da birlikte çalıştığımız, ardı ardına birçok uluslararası başarı öyküsünü birlikte yarattığımız BT ekibinden 3 kişiyle keyifli bir akşam yemeği – sohbeti yaptık.

Bu sohbette anlatılan vakalardan birini paylaşmak istedim.

🙂

Sevgili Şinasi Erol, bir dönemler çalıştığı bir şirkette üretilen raporları incelemiş. Her gün 3 top (yaklaşık 1500 sayfa) rapor üretiliyor ve on küsür yöneticinin masasına koyuluyormuş.

Şinasi raporları sisteme aktarmayı başarmış. Artık isteyen yönetici, raporlardan istediği sayfayı okuyabiliyor, hatta istediği sayfanın yazılı dökümünü alabiliyormuş.

Bu kolaylığı sağladıktan sonra, yöneticilere eğitim de vermiş.

Ama yöneticilerden biri duruma çok bozulmuş. Şinasi’yi çağırmış.

–    Şimdi raporu açınca son sayfaya gitmek için devamlı aşağıya mı tıklayacağım. Bu rapor 500 sayfa demiş.

Şinasi (ki bana hemen her zaman çok sakin biri olarak görünmüştür) bu yöneticiye tekrar anlatmış.

–    Bakın, ana sayfayı açtığınızda her raporun kaç sayfa olduğunu görüyorsunuz. Örneğin, şu rapor 500 sayfa. Bu rapor 350 sayfa… Döküm detayı da şurada var. Bunların son sayfasını görmek isterseniz doğrudan 500 yazıp tıklıyorsunuz.

–    Ben ekran üzerinden okumak istemiyorum.

–    Hangi sayfayı isterseniz, bastırıp da okuyabiliyorsunuz.

Şinasi’nin sürekli kolaylık göstermesi üzerine yönetici asıl derdini söylemiş.

–    Elemanlar, tek sayfa rapora bakıyor olduğumu görürlerse, benim önemli bir iş yapmadığım düşüncesine kapılırlar. Oysa 1500 sayfalık rapor masanın üzerinde durursa…

raporlar

Biliyorsunuz, genelde BT ekiplerine çuvaldızı batırırım. Henüz pazarlamayla birlikte çalışmaya yatkın olmadıklarını, (dijital dönüşüm nedeniyle ortadan kalkacak olan) silo davranışını bizzat körüklediklerini söylerim.

Bu vaka vesilesiyle iğneyi de kendimize batıralım. Ticari iş birimlerinin bazı yöneticilerinin davranışının altını çizelim.

Hayatı oturduğu koltuktan ibaret olan yöneticiler teknolojiyi böyle kullanırsa BT ne yapsın.

😉