Bir Öğrencilik Anısı
Adım geçen kitaplardaki ilgili bölümü bloguma taşıyorum. Yakınlarıma ve çocuklarıma kendi yaşam hikayem konusunda, başkalarının gözünden parçalar bırakmak için.
😉
Sevgili dostum Mehmet Sezgin, “Hikayesi En Bol” adlı kitabında benden bahsetmiş.
Benden bahsettiği bölüm, ODTÜ’deki ilk ders.
Benim taraftan anlatayım.
Bölümün adı İşletmecilik. Her sene, okula yeni gelenleri işletmek gerekli. Bizim son sınıfta olduğumuz sene, bu oyunun baş rolünü ben üstlendim. Kaba sakalım ve dalgalı saçlarımla biraz mağara adamı görünümündeydim. (Maalesef – veya iyi ki – o döneme ait bir fotografım yok.)
Muhan Soysal hocamızdan taktik de aldık. Sınıfın genç görünenlerini araya yerleştirdik. En genç görünenlerden biri, basketbol liginde oynuyordu. Onu “tanıyan olabilir” diye sınıfa çağırmadık.
Ben kürsüye çıkınca “Yine mi bu! Bunun yüzünden sınıfta kaldım” gibi cümleler söyleyeceklerdi. Böylece daha ben konuşmaya başlamadan bir korku havası estirecektik.
Senaryo iyi çalıştı. Daha birkaç dakika olmadan, sadece benim sesimin duyulduğu bir ortam oluştu. Tahtaya anlamlı, anlamsız bir şeyler yazıyordum. Bu sırada kapı açıldı. Son derece güler yüzlü biri (Mehmet Sezgin) amfiye girdi. Yukarıdan aşağı sakin bir şekilde indi.
Ben “bu ne cüret” der gibi, iki elimi belime koyup baktım. Geldi en ön sıraya oturdu. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Aradığım fırsat gelmişti. Onun geç girişini bahane edip, sinirlenmiş rolü yapmaya başladım. “Uçak olsa beş dakika geç girebilir misin?” “Beyefendi, uçak çoktan kalktı” “İnsan ODTÜ’deki ilk dersine de geç kalır mı?” “Madem geç geldin, bari arka sırada bir yere usulca otur. En ön sıraya kadar gelip dersin gidişatını ve benim konsantrasyonumu neden bozuyorsun”
Ortamda izleyici olanlar bile buz kesmişti. O ise, güler yüzünü pek de değiştirmeden bakıyordu. “Madem son geldin, tahtayı sil” dedim. Keyfini bozmadan sildi, silgiyi yerine koyup gitti oturdu.
Peter Drucker’ın “Verimlilik işleri doğru yapmak; etkinlik ise doğru işleri yapmaktır” cümlesini de bu arada söyledim.
Onunla uğraşırsam işe yaramayacak olduğunu anladım ve yine sınıfa döndüm. Yukarıda, Mehmet Sezgin’in kitabında yazdığı şekilde korku ortamını sürdürdüm. Tahta silinmişken “Az önce ne anlattım ve ne yazdım” diye bir küçük sınav bile yaptım.
Muhan hocamızla “20 dakika” diye anlaşmıştık. Hocamız üst kapıdan amfiye girdi. Onlarca basamağı inip ön tarafa geldi. Sınıftakilerin çoğunluğu bunu farketmedi bile. Ben “Arkadaşlar, Tarih dersine yeterince geç kaldık. Haydi gidelim” dedim.
Yeni öğrencileri öylesine paralize etmişiz ki, bizim sınıftakiler ayağa kalkıp “İzin verir misin? Tarih dersine geç kaldık” diye izin istediklerinde boş gözlerle bakmışlar.
Neyse, biz eğlenerek Tarih dersine gittik.
😉
Muhan hocamız da sınıfın donuk ve anlamsız bakan gözlerini görmüş. “Çıkın, 10 dakika hava alın” demiş.
Döndüklerinde İşletmecilik Bölüm Geleneğini anlatmış. “Buna da “işletme” derler ama, biz size burada gerçek işletmeciliğin ne olduğunu anlatacağız” demiş. Derse, döneme, okula başlamışlar.
😀
Mehmet Sezgin ile asistan – öğrenci değil, arkadaş ve dost olduk. Birbirinin en büyük rakibi olan şirketlerde çalıştık. Dostluğumuz bozulmadı.
==
Bu arada, kitabı okuyun. Sadece kredi kartı veya ödeme sistemleri açısından değil, ekip yaratma, organizasyon yapısı, kurumlarda güçlükleri aşmak için yapılabilecekler, bilgi paylaşımı, vb. birçok konuda esin kaynağı olabilecek satırlar var.
Keyifle okuyacağınıza eminim.
.