"Nazım Hikmet" etiketli yazılar:

22 Eylül 2014 Pazartesi

Kitaplar

Sosyal mecralarda “beni en çok etkileyen kitaplar” geçidi yapılıyor. Kendimce bir liste çıkarmak istedim.

Kitapları önemserim. “Bunlar kitaplarda yazmaz” diyenler genellikle zorunlu oldukları okul kitapları dışında (Red Kit, Tom Miks, Zagor, vb. hariç…) hemen hiç bir şey okumamışlardır. Oysa bunlar kitaplarda yazar.

kitaplar

Aynı konuyu 2 kere yazmayayım diye daha önce kitaplar konusunda yazdıklarıma baktım.

Asıl konusu tek bir cümle olan ama 200 sayfa yazılan kitapları konu almışım. Çok sayıda yorumcu bana katıldığını belirtmiş. 🙂

2011 yılında okuduğum kitapları listelemişim. Bunların arasında “yeniden buldum” diyerek İYİLER listesinden birini belirtmişim.

Birkaç kitabı anlatmışım:

Kitap konulu yazılarım bunlar.

kitaplar-2

Gelelim beni en çok etkileyen kitaplara… İlk 10 gibi bir sıra veremeyeceğim hatta daha fazlasını yazacağım. Öncelik de gözetmiyorum. Hemen hepsi vazgeçilmezlerim olanlar:

  • Kum Kitabı ve Labirentler başta olmak üzere Jorge Luis Borges’in tüm kitapları.
  • Sinağrit Baba başta olmak üzere, Sait Faik Abasıyanık’ın tüm hikayeleri.
  • Ayn Rand’in The Fountainhead‘i (Bir Pınar ki adıyla okumuştum) – Birey olma ve profesyonellik kavramlarımın temelini atmıştır. İş hayatımda birçok kişi beni Hovard Roark’a benzetmiştir.
  • Montaigne’in Denemeler‘i – Hayatıma yön veren bazı cümleler o kitaptandır.
  • Robert Townsend’den Up The Organization – İş hayatıma yön veren bazı cümleler de bu kitaptandır.
  • Antoine de Saint Exupery’nin Küçük Prens‘i – Çocuk kitabı değildir. Herkes yılda en az bir kez okumalıdır.
  • Richard Bach’dan Martı Jonathan Livingston – Yine, yılda bir kez okunmalıdır.
  • Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık‘ı – 12 Eylül’de burada yasaklanmıştı; İran’da halen yasak.
  • Giovanni Guareschi’den Patates Şövalyeleri – Okuduğum en komik mizah kitabı. Otobüste, metroda filan okumayın. (Zaten artık sadece sahaflarda bulabilirsiniz)
  • Wilhelm Reich’dan Dinle Küçük Adam – Yine, yılda bir kez okunmalıdır.
  • Başta Memlektimden İnsan Manzaraları olmak üzere Nazım Hikmet’in kitapları, şiirleri.
  • Kırmızı Pazartesi başta olmak üzere Gabriel Garcia Marquez’in kitapları
  • Soljenitsin‘in kitapları – Olayları farklı açılardan sorgulamayı hatırlatır.

Baktım da hepsi 30+ yıllık kitaplar. Sonraki yıllarda okuduklarımdan “hayatımı etkiledi” diyebileceğim kadar etkilenmemişim.

Bir dönemde, profesyonel hayatta ilerlerken iş dışında bir şey okumadığımı da itiraf etmeliyim. Sonraları yine öykü – roman – şiir kitaplarına döndüm.

Bu arada Yekta Kopan‘ın kitaplarını tekrar okuyorum. Aile Çay Bahçesi‘ni okuduktan sonra, öncekileri yeniden elime aldım. Kendimle hesaplaşmaya, birçok şeyi yeniden sorgulamaya ihtiyacım var demek ki…

Okumaya devam.

😉

07 Şubat 2010 Pazar

Müzakere sürüyor…

Bir çoğumuz müzakere’nin  2 kişi (veya taraf) arasında yapıldığını zanneder. Verdiğim örneklerde ([1] ve [2]) bu 2 taraf Satıcı ve Alıcı idi.

😉

Oysa müzakerelerdeki en önemli taraf insanın kendisidir. Yani satıcı bir yandan alıcı ile pazarlık ederken, bir yandan da kendisi ile savaşır.

  • Acaba Alıcı X TL’den çok verebilir mi? Yoksa çok ucuza mı gidiyor? Biraz daha direnseydim daha yukarıya satabilir miyim?

😉

İşin ilginç yönü, pazarlık süresince alıcı da kendisiyle aynı savaşı vermektedir.

  • Kendime koyduğum sınırlar çok mu düşük? Ben yanlış mı değerlendiriyorum? Geri satmak için değil de yaşamak için alıyorum. Satıcının daha önce yaptığı yatırım işime yarar mı?

😛

Aslında her türlü ilişkide (ast-üst; iki iş arkadaşı; ebeveyn-çocuk; kardeşler arası; vb.) bir müzakere ortamı doğar. Bunların bazılarında (çocuklarımız, aile bireylerimiz ile ilişkilerimizde) korku / endişe / gelecekte birlikte yaşama zorunluluğu / vb. gereği uzun vadeli bakış açısı söz konusudur. İş yaşamı da çok farklı değildir. Müzakere olduğunda “yenilmesi gereken karşı taraf” değil de “stratejik ortak olabilir mi acaba?” diye düşünülmelidir.

Az önce belirttiğim kendisiyle pazarlık olgusu, özel ilişkide daha fazladır. Korku / endişe / gelecekte birlikte yaşama zorunluluğu / vb. gibi etmenler, her aşamada pazarlığın yeniden gözden geçirilmesini ve yeni Beklenti ve Kabul seviyeleri oluşmasını sağlar.

🙂

İnsanın kendisiyle pazarlık ettiğini düşündüğümde Nazım Hikmet’in şu dizelerini anımsarım:  tavsan

Tavşan,
korktuğu için kaçmaz,
kaçtığı için korkar.

🙂

Kendisiyle pazarlık etmemek bir beceridir. Bunun için ya iyi hazırlık yapmak, ya da her şeyi göze almak gerekir.  Uğruna gözü kapalı mücadele edilmeyecek konularda, her şeyi göze almayı da önermem.

🙂

26 Mayıs 2009 Salı

Gerçeği, sadece gerçeği…

İşe ilk girdiği yıllarda da insan, 18’i geçse de bir miktar… Nazım Hikmet’in “18 yaş” şiirinde söylediği gibidir.

“Habbeler kubbedir, pireler deve
bire bin katılır
On sekiz yaşında hatıralar düşünülmez
anlatılır.”

Oysa iş dünyası ne zaman gerçekleri, ne zaman hayalleri konuştuğunuzu bilmek ister. Beklentileri gerçek gibi anlatınca, insanın sıfatı vizyoner olmaz, hayalci olur.

İş yaşamında öğrenilmesi gereken önemli becerilerden biri, duyguları ve düşünceleri aralara eklemeden olayları anlatmayı öğrenmektir.

Hani bazı filmlerde “gerçeği, sadece gerçeği…” dedikleri gibi.

😉

Hatta fazlası var… Zamanla sadece gerçekleri anlatmayı olduğu kadar anlamayı da öğrenir insan… Bir de, her seferinde duygu ve düşünceleri ile hareket edilmeyeceğini… Ama onun da yeri ve zamanı olduğunu…

😀