"ölçü" etiketli yazılar:

20 Nisan 2014 Pazar

Ben demiştim

Marketing Türkiye’nin 15 Mart 2014 tarihli sayısında Ali Saydam’ın yazısı dikkatimi çekti.

PR konusunda bazı söyledikleri ve yazdıkları için “ahkam kesiyor”, “sektöre ayar veriyor” gibi suçlamalarla karşılaşmış.

Değişim hep iki şekilde hayata geçer bizim sektörde: Ya ABD ya da İngiltere’den birileri çıkar, olması gerekeni söyler, kitabını falan yazar; ya da müşteri uyarır ve bastırır…” demiş. Cümle aslında şöyle devam ediyor: “bize has “haddini bilmezlik”, her zaman “Ayar vermek sana mı kaldı?” türünden kompleks kumkuması “teflonluklarla” karşılaşmak zorunda kalmıştır.

😛

Kendimi Sn. Ali Saydam ile kıyaslayacak kadar “haddimi bilmez” değilim ama… Tıpatıp aynı cümlelerle defalarca karşılaştığım için, birkaç satır yazma gereğini duydum.

Benzer suçlamalarla birkaç kez karşılaştım. 2006 – 2009 yıllarında “Sosyal mecraları pazarlamacılara bırakmayacağız” diyen teknik kökenli insanların hemen hepsinin bugünlerde pazarlama konularında faaliyet gösterdiğini söylesem…

Karşılaştığım zaman yüzlerine vurmuyorum. Bu yazıyı okuduklarında o zaman yazdıklarını bir düşünüyorlarsa, bana ne mutlu.

😉

Yine o yıllarda, ölçülebilirlik konusunu sıkça gündeme getirdiğimde benzer tartışmalar yaşandı. Bazı dijital (?) ajanslarımız “Sosyal mecralarda ölçülebilirlik sadece layk, fan sayısı gibi engeyçmınt ile ölçülür. Satışa veya kara etkisi ölçülemez” görüşünün yılmaz savunucularıydı. Ben bunun cehaletten veya tembellikten kaynaklandığını savunuyordum. [1] , [2] , [3] , [4] , [5]

Geçenlerde onlardan birinin ölçülebilirlik konusunda demeçlerini gördüm bir dergide. Ya anlamıştı, ya da okuduklarından öğrenmişti. (ABD veya İngiltere etkisi…)

😀

Üçüncü örneği özellikle sona sakladım.

Bloglarda Pazarlama dizisini [a] , [b] , [c] , [d] , [e] yazma nedenim, Friendfeed’deki bir tartışmaydı. “Şöyle yapılırsa hem blogger, hem marka, hem de tüketiciler için değer üretilir” diye yazmıştım. Sıkı bir saldırıyla karşılaştım.

Bağımsız blog evrenine ayar vermek” suçlaması mı istersiniz; “Bu evreni kapitalizme peşkeş çekmek” mi…  Seçin beğenin.

Değer üretmek” deyince aklına “para” gelenlerin Y neslinden olması üzücü. Bilişim döneminde “değer ≠ para” olduğunu bilmeyen; bilişimin ana kavramlarından habersiz olup internet kullandığı için kendisini bilişim döneminde zanneden kişilere üzülmemek elde değil.

Değer yazılarını da [€] , [$] onlar için yazmıştım.

😛

Ali Saydam, yazısının başlığında “Haklı çıkmaktan bıkmadım” demiş. Ben de (defalarca [a] , [b] söylediğim gibi) “Ben demiştim” demeyi çok severim.

😉

  • Not: Bu yazıyı 1 ay önce yazmıştım. Yayınlamayı unutmuşum.

😛

 

18 Ekim 2009 Pazar

Uslup üzerine – 2

Yazılara gelen yorumlar, insanı çok memnun ediyor. Özellikle Friendfeed’e değil de, blog’a yazılmışsa…

Ne var ki, bazen uslup sorunu ile karşılaşıyorum. İyi niyetle yazılan bir yorum bile, uslup nedeniyle yanıt almayabilir.

🙁

Bir yorumda uslup sorunu  yaşadım.

Şöyle bir giriş vardı.

  • İdeolojik görüşünüzün ne olduğunu yada hangi partinin sempatizanı olduğunuzu yada bu söylediklerimle ilgili olup olmadığınızı bile bilmiyorum. Yazdıklarım belki hoşunuza gidecek belki çok kızacaksınız.

Sonra anladık ki…  Meğer aynı fikirdeymişiz…

😉

Benzeri bir tane de  YBD (yaşam boyu değer) konusunda geldi.

  • YBD hakkındaki 5 yazınızı okudum, atladığınız önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. YBD kullanılarak karar verilecek ise o zaman bunun sayısallaştırılması gerekiyor.

Gelecek yazılarda, “atlamadığımı” anlatacağım. (Aslında bazı yazılarda “sayısal olduğunu” belirtmiştim.)

🙁

Bu cümleler nedeniyle önce uslup konusunda birşeyler söylemek isterim.

Bazı yorumlarda nedense sert bir giriş yapmak tercih ediliyor. İlkinde yukarıda yazdığım cümlelerin tamamını, ikincisinde ise altı çizili kısmı çıkardığımızda, daha anlamlı oluyor.

Şu uslup üzerine yazım var ya…

Onu bir daha okuyalım.

😀

Herkese iyi Pazar’lar… Başlayan Sonbaharın keyifli geçmesini dilerim.

😛

  • Keyif:  Bir fıkraya kahkahalarla gülmek, neşeli anları sevdiklerinle paylaşmak, Boğaz’da güzel bir güneş batışı, neşeyle “amma da çok yedik” diyebilmek, takdir etmesi anlamlı birinin “çok iyi be!” demesi, bir çocuğun büyümesini izlemek, bir dostunun telefondaki sesi, kadehlerin birbirine çarpınca çınlaması, fırlama bir veledin saçlarını okşamak, çoktandır görmediğin biriyle kucaklaşmak, aylardır gitmek istediğin bir yere varmak, başkaları şaşırırken olgun bir gülümseme, bir bebeğin çığlıkla karışık kahkahası…

😀

01 Kasım 2008 Cumartesi

Hassas terazi

Misafir gelecektir. Sofrayı hazırlarsın. Kendi bardağını da yerleştirsin. Ne bileyim, üzerinde adın yazılıdır, veya takımın amblemi vardır. Özeldir, ama sadece senin için… “Bu benim bardağım” dersin. Birileri de inadına onu alır ve “Benden değerli mi?” diye sorar.

“Evet” derim… Şaşkınlık gözlerden okunur… “Bir bardak ile kendini ölçen sensin” diye anlatmaya çalışırım.

Aslında, gerçek yaşamda da aynen böyledir. Terazinin diğer kefesine neyi koyduysan, sen kendini her ne ile ölçmeye niyetleniyorsan, en çok o kadar değerli olabilirsin. Nadiren… Çoğunlukla, onun değerinin altında kalırsın.

.