"Robert Townsend" etiketli yazılar:

22 Eylül 2014 Pazartesi

Kitaplar

Sosyal mecralarda “beni en çok etkileyen kitaplar” geçidi yapılıyor. Kendimce bir liste çıkarmak istedim.

Kitapları önemserim. “Bunlar kitaplarda yazmaz” diyenler genellikle zorunlu oldukları okul kitapları dışında (Red Kit, Tom Miks, Zagor, vb. hariç…) hemen hiç bir şey okumamışlardır. Oysa bunlar kitaplarda yazar.

kitaplar

Aynı konuyu 2 kere yazmayayım diye daha önce kitaplar konusunda yazdıklarıma baktım.

Asıl konusu tek bir cümle olan ama 200 sayfa yazılan kitapları konu almışım. Çok sayıda yorumcu bana katıldığını belirtmiş. 🙂

2011 yılında okuduğum kitapları listelemişim. Bunların arasında “yeniden buldum” diyerek İYİLER listesinden birini belirtmişim.

Birkaç kitabı anlatmışım:

Kitap konulu yazılarım bunlar.

kitaplar-2

Gelelim beni en çok etkileyen kitaplara… İlk 10 gibi bir sıra veremeyeceğim hatta daha fazlasını yazacağım. Öncelik de gözetmiyorum. Hemen hepsi vazgeçilmezlerim olanlar:

  • Kum Kitabı ve Labirentler başta olmak üzere Jorge Luis Borges’in tüm kitapları.
  • Sinağrit Baba başta olmak üzere, Sait Faik Abasıyanık’ın tüm hikayeleri.
  • Ayn Rand’in The Fountainhead‘i (Bir Pınar ki adıyla okumuştum) – Birey olma ve profesyonellik kavramlarımın temelini atmıştır. İş hayatımda birçok kişi beni Hovard Roark’a benzetmiştir.
  • Montaigne’in Denemeler‘i – Hayatıma yön veren bazı cümleler o kitaptandır.
  • Robert Townsend’den Up The Organization – İş hayatıma yön veren bazı cümleler de bu kitaptandır.
  • Antoine de Saint Exupery’nin Küçük Prens‘i – Çocuk kitabı değildir. Herkes yılda en az bir kez okumalıdır.
  • Richard Bach’dan Martı Jonathan Livingston – Yine, yılda bir kez okunmalıdır.
  • Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık‘ı – 12 Eylül’de burada yasaklanmıştı; İran’da halen yasak.
  • Giovanni Guareschi’den Patates Şövalyeleri – Okuduğum en komik mizah kitabı. Otobüste, metroda filan okumayın. (Zaten artık sadece sahaflarda bulabilirsiniz)
  • Wilhelm Reich’dan Dinle Küçük Adam – Yine, yılda bir kez okunmalıdır.
  • Başta Memlektimden İnsan Manzaraları olmak üzere Nazım Hikmet’in kitapları, şiirleri.
  • Kırmızı Pazartesi başta olmak üzere Gabriel Garcia Marquez’in kitapları
  • Soljenitsin‘in kitapları – Olayları farklı açılardan sorgulamayı hatırlatır.

Baktım da hepsi 30+ yıllık kitaplar. Sonraki yıllarda okuduklarımdan “hayatımı etkiledi” diyebileceğim kadar etkilenmemişim.

Bir dönemde, profesyonel hayatta ilerlerken iş dışında bir şey okumadığımı da itiraf etmeliyim. Sonraları yine öykü – roman – şiir kitaplarına döndüm.

Bu arada Yekta Kopan‘ın kitaplarını tekrar okuyorum. Aile Çay Bahçesi‘ni okuduktan sonra, öncekileri yeniden elime aldım. Kendimle hesaplaşmaya, birçok şeyi yeniden sorgulamaya ihtiyacım var demek ki…

Okumaya devam.

😉

13 Eylül 2013 Cuma

Tecrübesizliğin Şansındır

IDO Genel Müdürü Dr. Ahmet Paksoy, iş anılarını ve o anları yaşarken düşündüklerini “Tecrübesizliğin Şansındır” isimli kitabıyla yayınladı.  tecrubesizligin-sansindir

5 Eylül akşamı çok keyifli bir tekne turuyla kitabın tanıtımı yapıldı.

🙂

Kitabı bir solukta okudum. Zaten yöneticilerin gerçek iş hayatını anlatan kitaplarını çok önemserim.

Bunların zirvesi olduğunu düşündüğüm Robert Townsend’in (Türkçe’ye “İş bilenin, para kazananın” diye çevrilen ve mutlaka okunması gereken) “Up the Organization” adlı kitabından birkaç [1] , [2] , [3] kere bahsetmiştim. Tüm yönetici kitaplarını Robert Townsend’in “Up the Organization”ı ile kıyaslarım. Geçer notu ona göre alırlar.

😉

Dr. Ahmet Paksoy’un kitabı bir akademisyenin birdenbire IDO Genel Müdürü olmasıyla başlayan yöneticilik yolculuğunu özetlemiş.

Kamu şirketlerinde tecrübesi olmamasının ve akademik düşünce yapısının avantajlarını yazmış. (Özellikle bu noktada, ince ve keskin bir “kamu yönetimi / yöneticisi eleştirisi” olduğunu söylemem gerekiyor.)

Göreve başladıktan sonra Genel Müdür Yardımcıları’nı değiştirmediğini, ama aynı kadrolarla ve farklı yönetim anlayışıyla (tıpkı Robert Townsend gibi) başarılar yaratıldığını okuyunca, “Up the Organization”u bilip bilmediğini, biliyorsa esinlenip esinlenmediğini merak ettim.

Yazdıklarıma bakarak kitabı küçümsediğimi sanmayın. Genç yönetici adayı arkadaşlar için çok yararlı bulduğumu söyleyeyim.

Silo veya departman tutuculuğunu nasıl aştığını, kararların paydaşlarını birlikte çalışmaya nasıl ikna ettiğini, egoların dışarıda bırakılmasını nasıl sağladığını mutlaka okumalısınız.

Dr. Ahmet Paksoy gerek reel ortamda, gerekse sosyal medyada oluşan krizleri, nasıl davrandığını, karşılaştığı dirençleri, ikilemlerini, kendisinin hatalarını ve öğrendiklerini sonuçlarıyla (ve başarılarıyla) birlikte yazmış. Sadece kriz yönetimi açısından bile, kamu ile sınırlı kalmaksızın her yönetici özellikle okumalı.

Elbette yazılanlar bu kadar az değil, blog yazısının yeri dar. Kitabı tek cümleyle özetlemem gerekirse, “öğrenmeyi bilen bir yöneticinin anıları” derim.

😀

Ek notlar:

Üzerimde çok emeği olan Prof. Osman Ata Ataç’ın Yöneterek Yönetilerek Yaşamak adlı kitabı da akademik düşünceye sahip bir yöneticinin yaptıklarını ve düşüncelerini anlatır.

Ben de iş hayatında, hep akademik düşünceyi rehber alarak ve “teori ile pratik arasındaki fark, zeka ile ters orantılıdır” sözüne inanarak çalıştığım için bu bakış açısını kendime yakın bulurum.

Dr. Ahmet Paksoy’un “Tecrübesizliğin Şansındır” isimli kitabı hakkındaki blog yazıları (bulabildiğim kadarıyla)

IDO hakkındaki yazılarım:

Zarakol İletişim‘e ve Aslı Pınar Tüfekçi‘ye teşekkür ediyorum.

😉

 

31 Aralık 2011 Cumartesi

Bence 2011 – Kitaplar

Bu sene az kitap okudum, çok kitap verdim.

😉

Gençliğimde çok sıkı bir okuyucuydum. İş hayatında ilerlediğim yıllarda, tatillerde bile işimle ilgili konulara odaklanmaya başladım. Kredi kartı ve ödeme sistemleri konusunda Türkçe ve İngilizce yayınlanan ve ulaşabildiğim her şeyi okumaya çalıştım. Başka konuda okumak, işten çalmak gibi gelmeye başlamıştı. (Ne derin kompleks, değil mi?)

Profesyonel hayatı bıraktıktan sonra biraz afalladım. Neyse ki sosyal medya ortaya çıktı ve bana okunacak yeni konular sağladı. Bu sene, iş odaklı okumayı azaltmaya karar verdim. Bir anda da olmuyor.

Zappos’un hikayesini anlatan Delivering Happiness’ı okudum. Bir kısmı okuldaöğrettiklerime taban tabana zıt idi. Ama kitabı herkese tavsiye ediyorum.

Tanol Türkoğlu’nun Dijital Kültür kitabını çok beğendim. Bilgi’li olmak ile bilgiç olmak arasındaki çizgiyi anlatmış. Mutlaka okunmalı. (Okumak yetmez, kendimizi irdeleyerek anlamaya da çalışmalıyız.)

Ali Emre’nin Management by Öylesine kitabı işten diğer konulara kısmen geçiş sağladı. Orada anlatılan klasik yöneticide, kendimin bazı yönlerini de gördüm.  Artık kendimi düzeltemeyeceğim, profesyonel yaşama dönmeyi düşünmüyorum da… Ama ücretli çalışan ve yöneticilik yolunda olanlara çok tavsiye ederim.

Yekta Kopan’ın Bir de baktım, yoksun bende bir sürü soru bıraktı.  Babamla değil, kendimle hesaplaştım. Çocuklarıma bırakacak bazı notları tutmaya başladım.

Robert Townsend’in “Up the Organisation”ın Türkçesi olan “İş Bilenin, Para Kazananın” yıllar sonra tekrar elime geçti. Reklam camiasında herkesin bildiği AVIS’in “We try harder” reklamı, Robert Townsend’in AVIS’in CEO’su olduğu döneme aittir. Bir cümlesini daha önce yazmıştım. Sahaflarda bulursanız, yöneticilik yolunda ilerleyen herkesin okuması gerekir. (Bu aralarda biri yeniden basarsa, şahane olur.)

🙂

Vee… Çok kitabı arkadaşlara, eşe, dosta verdim.

Çocukluğumdan kalma koleksiyonculuğum var. Hiç bir şeyi atamam. Devamlı biriktiririm. 45 yıldan beri kibrit kutusu, 35 yıldan beri minyatür içki şişesi, ilk gün zarfı (ve bunların yanında bir sürü başka şeyleri) biriktiriyorum.  Yıllardan beri kitap da biriktirdim. Yüzlercesini satın aldım. Unvan artıp da omuzda yıldızlar çoğaldıktan sonra, birçok değerli ve ebatlı kitap da hediye edilmişti.  Hepsi evde duruyordu.

Artık bunların hepsini okuyamayacağımı (biraz geç oldu ama…) anladım. Değerini bilecek, keyifle okuyacak arkadaşlara hediye ediyorum.  Önümüzdeki sene içinde de çok sayıda kitap yeni sahiplerine kavuşacak.

Oralarda daha faydalı olacaklarını umuyorum.

🙂

Bugünlerde Umberto Eco’nun “Genç Bir Romancının İtirafları” adlı kitabına başladım. Sevgili Haluk Mesçi ağabey tavsiye etmişti.

Yetmişyedi yaşındaki Umberto Eco’nun neden kendisini “genç bir romancı” diye nitelediğini ilk sayfada okuyunca… Bu kitabı okumalıyım dedim.

Bitirince bahsederim.

😀