"Selim Tuncer" etiketli yazılar:

29 Ocak 2016 Cuma

Sermaye, Keyif, Marka

27 Ocak’ta yayınladığım Marka, Bilim, Bilgi yazısının girişinde

marka-tarih

demiştim.

Hakan Senbir’in yazısından sonra “bunca imparatorluklar gelip geçerken neden sadece bazılarının toprakları marka yaratmış” diye düşündüm.

Önce Interbrand’in sıralamasına göre değeri en yüksek ilk 100 markaya göz attım. (ilk 16 aşağıda)

marka-degeri

Kendimce şöyle bir varsayım geliştirdim.

Her imparatorluk bir şekilde sermaye üretiyor. Eğer bu sermayeyi tek (kral, imparator, padişah, sultan, mutlak hakim, vb…) bir elde biriktirip, diğer herkesi KUL gibi görüyorsa, oralarda MARKA yetişmiyor.

Ortaçağ’ın karanlığından Avrupa’yı kurtaran rönesans, kralların eseri değil, krallar dışında sermayesi olan başka ailelerin bilim ve sanat insanlarını koruması ve kollamasının eseri. Beğeni için bir para ayırmanın eseri. Özetle, kulluktan sıyrılmış bir sermayenin ev, araba, yazlık, yat, vb. dışında bir beğeni geliştirmesinin eseri.

Sonuçta Coco Chanel’in 1950’lerde söylediği iddia edilen “Lüks ucuzluğun değil, bayağının karşıtıdır” cümlesine gelene kadar süre geçmiş.

😉

Bizde keyfe para harcanmıyor mu? Elbette harcanıyor. Bir seminerde, Ferrari adına katılan kişiye “ülkeler arası davranış özelliklerini” sormuştum. Şu yanıtı aldım:

– Ülkeler arasında değil ama bölgesel davranış farkları oluyor. Rusya, Türkiye, Orta Doğu ve Arap ülkelerinin davranışları birbirine benziyor. Avrupalı müşterimiz, kayıt olduktan 2 sene sonra aracına ulaşacağını biliyor ve kabul ediyor. Saydığım ülkelerdeki müşteriler ise, “parası neyse vereyim, hemen arabayı getirin” diyor.

Yakın geçmişte, yoğun trafikte başkalarının hayatını tehlikeye atarak araba kullanan kişinin öfkeyle arabadan inip “Bu BMW ulan… Buna yol vereceksin” dediği sosyal mecralarda paylaşılmıştı.

Aradaki farkı şöyle değerlendirdim. Belli bir kültür oluşmayınca, marka oluşturacak sürece saygısı yok. Markayı kullanırsa kendisine saygı duyulacağını sanıyor. Bazı Arap ve Rus zenginlerinin uluslararası markaları tümüyle satın almasının arkasında bu düşünce olabilir.

  • Bu varsayımları henüz farklı konularda sınıyorum. Özellikle internet ve bilişim dönemi markalarının oluşumu, marka değerini 25 yıldan fazla süre boyunca koruyan markaların farkı olup olmadığı, vb. gibi konularla sınamadan “Tamam, doğrudur” diyemeyiz.

🙂

Kafamda bu varsayımlar uçuşurken etik, estetik, markanın oluşumu konularında epey zaman harcamış olan Selim Tuncer ustadan bu konuya bir el atmasını rica ettim. Marka bir harekettir, bir durum değil… Bir yoldur, liman değil! yazısını “Seninki Hakan’ın yazısının devamı, şu da girişi olabilir belki” diyerek hatırlattı.

Bu durumda siz sırasıyla önce Marka bir harekettir, bir durum değil… Bir yoldur, liman değil! yazısını, sonra Hakan Senbir’in “Marka: İmparatorluk, Sermaye ve Bilim Demektir!” yazısını okuyun. Sonra yukarıdaki yazıya tekrar bakın.

Uymuş mu, sizin varsayımlarınız farklı mı, destekleyici veya aksini ispatlayan bulgular var mı?…

Tartışalım ki doğruyu bulalım.

 

20 Aralık 2010 Pazartesi

Sosyal Medya Quo Vadis? – Yaşar Üniversitesi

17 Aralık 2010’da İzmir’de Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yaratıcı Fikir Atölyesi’nin düzenlediği bir söyleşide Sosyal Medyanın bugünü ve gelecek yıllarda özellikle halkla ilişkiler ve reklamcılık alanlarında gideceği yönü tartıştık.

yasar-uni-2010-12-17

Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nün değerli öğretim üyeleri Yard. Doç. Dr. Özlem Aşman Alikılıç ve Yard. Doç. Dr. Ferah Onat, Genna Ajans’ın başkanı Selim Tuncer, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Şule Özmen ve ben halkla ilişkilerin ve reklamın geleceğini tartıştık.

O güne dair haber aşağıda

yasar-uni-2010-12-19-b

Haberin aslına şuradan ulaşabilirsiniz.

🙂

Bu konferansta, sunumlardan sonraki tartışma bölümünde “Herkes Web 3.0’a hızlıca gidersek müşterinin daha iyi hizmet alacağını iddia ediyor. Oysa ben aynı fikirde değilim. Veriyi kim daha iyi yönetirse o kazanır. Bu nedenle Web 2.0 müşterilerin şirketlerden daha güçlü olduğu son dönem olarak tarihe geçecek” demiştim.

😉

EKLEME:

Daha sonra Gennaration dergisinde yayınlanan şu yazılarım, o gün söylediklerimi daha ayrıntılı anlatmak için yazılmıştı:

2014 sonunda Big Data denildiğinde herkes “Takip ediliyoruz” demeye başladı.

😛

Not: Bu yazı, hakkımdaki tüm dijital yayınları derlemeye çalışırken, 2016 yılında yazıldı.

.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Hastane kartı

Selim Tuncer’in kulakları çınlasın. Marka deyince, her yerde ve her koşulda geçerli olacağını zannedenlere birçok mesaj vermeye çalıştı. Bu da benden…

😛

Biliyorsunuz, yine sadakat kartı çıkarma furyası başladı. Birçok projede bulunduğumdan, bana da danışılıyor. Geçenlerde bir görüşmede şu örneği anlattım.

😀

Sadakat kartlarının azalıp, bankalar ile ortak kart (co-branded) çıkarıldığı dönem idi. Bir hastaneler grubu da banka ile ortak kart çıkarmak istiyordu. Benzer projelerde çok defa bulunduğum için görüşmede ben de vardım. Kart çıkarsa projeyi bizim ekip yürütecekti…

Şube müdürü ilişkileri iyi tutmaya çalışıyor. Üstelik, yeni kredi kartı müşterisi gelecek diye hevesli de… Hastane zinciri de üstünde kendi adının olduğu ortak kart konusunda ısrarlı… Visa mı, MaterCard mı olsun diye tartışıyor.

Ben ise, kredi kartı olarak kullanılmayacağını anlatmaya çalışıyorum. “Başka kart programlarımızda, size uygun teklifler oluşturalım” diyorum. Tüm ilgili taraflar, işi yokuşa sürüyorum diye bana olumsuz bakıyor.

Hastenenin Kurumsal İletişim Müdürü’ne “Her alışveriş yaptığınızda birileri size “geçmiş olsun, neyiniz var” diye sorsa, o kartı kullanmak ister misiniz?” diye sordum. “Mahalle bakkalından, giysi mağazasına kadar herkese hastane ile ilişkinizi anlatmak ister misiniz?

Ne de olsa insanımız, acıma duygusunu belli eder ve teselli etmek ister. Tartışma bitti. Sonunda proje şekil değiştirdi.

😛

Markanıza aşık olmanızı anlarım ama… Her şeyin yeri var…

😛