"sosyal hayat" etiketli yazılar:

12 Kasım 2013 Salı

Bir sosyal figür

Likemind’lar sırasında tanışmıştım. Girişken yapısı, aile şirketini çağa uygun duruma getirme çabası hoşuma gitmişti. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Kurumlaşma (dikkat edilirse kurumsallaşma demiyorum) ama aileyi üzmeden dönüşüm üzerine bazı akşamlar saatlerce yazıştık.

“Oğlum kadar değilse de, yeğenim gibi severim” diyordum. Hemen her çabasına destek olmaya çalıştım. Toplantılar düzenledi, ilk ben gittim. Birçok kişiyi de katılmaya ikna ettim. Yalan yok, orada renkli insanlarla da tanıştım.

Onun blog sitesine yazdım. (Sitesinin özgünlüğü korunsun diye, kendi siteme ancak 3 – 4 hafta sonra ekledim.)

Bu arada onun hakkında birçok şey söylenmeye başladı. Şaibeli ödüller, herkesi kullanma merakı, anlaşılmayan bazı topluluklarla ilişkiler…  Hiç aldırmadım, aksine onu savundum.

🙁

Günlerden bir Cumartesi… İstanbul’da hava berbat. Takvime göre onun etkinliği olacaktı ama kendisi de şehir dışında. Etkinlik düzenlenmeyecek haberi geldi.

Aynı saatte, yakın bir yerde eşimin yönettiği panel vardı. Anadolu yakasından yola çıktık. Yolda telefon geldi.

–    Uğur abi, XYZ üniversitesi Pazarlama kulübü öğrencileri şu anda İstanbul’da. Seninle tanışmayı da çok istiyorlar.  Şu saatte şurada olacaklar. Ben de yoldayım. Birbuçuk – iki saate kadar gelirim.

Eşimin panelini söyledim. Ama çok ısrarcıydı.  “Gençler benimle mutlaka tanışmak istiyorlardı”. “Yeğenim kadar sevdiğim” kişiyi kıramadım. Gençlere belki bir faydam olur diye şartlı olarak kabul ettim. Öğrenci kulübü başkanının telefon numarasını aldım. Aradım, konuştuk.

E-ticaretin önde gelenlerinin katıldığı ve eşimin yönettiği 2 saatlik bir panel olduğunu, katılmalarının bilgi birikimi açısından çok faydalı olacağını söyledim. “Biz “abimizi” arayalım” dediler. Sonra bana döndüler ve toplantının yerinin ve saatinin değişmeyeceği konusunda “abi”nin ısrarlı olduğunu söylediler.

Kuşkulandım. Yine de “Peki” dedim.

Saatinde oradaydım. Kulüp başkanını aradım. Yakında bir AVM’de geziyorlardı. “15 dakikaya geliriz” dediler. Kitabımı açıp okuyarak bekledim.

Kızlı erkekli birkaç tane gencin geldiğini gördüm. Tam karşılarında oturuyorum. Beni görmemeleri imkansız. Sağa sola baktılar, yanımda durdular… Sonra telefon etmek akıllarına geldi. Bu süre içinde ben telefonumu sessize aldım. Önceden kulağıma götürdüm ve zaten telefonla konuşuyormuş gibi bekledim.

Zil sesini duyunca açtım. Telefon çalınca hareket eden biri var mı diye baktılar. Hiç kimsede değişiklik yok. Şaşırdılar. Ama konuştuk.

–    Uğur bey, merhaba.
–    Merhaba
–    Biz geldik.
–    Ben zaten oradayım.
–    Sizi göremedik.
–    Tam karşınızda, size 3 – 4 adım mesafede oturuyorum.
–    …

Gençler sağa sola bakıyorlar. Elim ile kulağım arasındaki telefonu göremiyorlar. Ortada bir şaşkınlık dalgası esti.

–    Benimle görüşmek istemişsiniz, yanıma gelin.
–    …

Resmimi bir kez gören biri bile, oradaki az sayıda kişi arasından beni fark ederdi. Beni hiç ama hiç tanımadıklarını, yani “beni görmek için hiç de ısrarlı olmadıklarını” anladım.

Neyse gençleri çağırdım. Sohbete tahmin edeceğiniz sorularla başladım. Aldığım yanıtlar ilginçti. Çocuklar beni hiç tanımıyorlardı.

  • Bunda hiçbir sakınca yok. Zaten internette şöhret olup herkes tarafından tanınmayı bekleyenlere hayretle bakıyorum.

Beni tanımıyorlardı ama onlara “abi”leri, “sizi Uğur Özmen’le tanıştırayım. Onunla mutlaka tanışmalısınız” diye kıyak yapıyordu. Beni onlara, onları bana satmış, kendisi ortadan kaybolmuştu.

“Hazır beni tanımıyordunuz, neden e-ticaret konulu toplantıya katılmak istemediniz. Ne güzel bilgi alırdınız?” diye sorduğumda “Abi’nin buluşmanın kesinkez o yerde ve saatte olması” için ısrarlı davrandığını söylediler.

O anda buna takılmadım. Yine ezber bozan tavrımla bütünleşik pazarlamaya farklı yönden bakmayı anlatmaya çalıştım. Aradan 2 – 2,5 saat geçti. Gelen giden yok. Aradım, hâlâ İstanbul’a gelmesine 2 – 2.5 saat kalmıştı.

Neyse 2,5 saatlik sohbet sonunda gençlerin yanından ayrılıp eşimin olduğu yere gittim. Birlikte eve döndük.

🙂

Daha sonra sosyal mecralardan gördüm ki,
–    Bana “birbuçuk – iki saate kadar” dediğinde zaten yalan söylemişti; İstanbul’a çok daha sonra ulaşacağını biliyordu.
–    “Buluşma kendisi yokken bile XYZ üniversitesi öğrencileri ile yapıldı” diye mesajlar attı.

Mesele onun etkinliğinin MARKAsıydı. Yeri değiştirmemesinin nedeni buydu. Çocukların daha fazla bilgilenmesi de pek umurunda değildi. Ben de kullanılmıştım.

Kullanılmak başıma ilk defa gelmiyordu.  Profesyonel hayatımda birkaç kere karşılaşmıştım.

😉

Bu sefer neye kızacağıma karar veremedim:

  • Kullanılmış olmaya mı?
  • “Yeğenim kadar severim” dediğim adamın bunu yapmasına mı?
  • Onun hakkında bin türlü konuşulurken benden başka herkesin haklı çıkmasına mı?

(Aslında yukarıdakilerin hepsi aynı şey)

😛

Yazmazdım ama… Bugünlerde başkalarına ahlak, insanlık ve dürüstlük satıyor da…

😉

 

 

10 Eylül 2013 Salı

Dijital > Sosyal Medya

Önceleri sadece TRT televizyonu vardı. Sonra özel TV kanalları çıktı. (Dönemin başbakanı iş adamlarına “oğlunun kanalına reklam vermelerini” öğütlerdi). Zaten her yeni mecra pazarlama iletişiminde kullanılır. (Bu konuya bugünlerde daha fazla değineceğim). Hemen TV ajansları doğdu. ss-big-data-brain1

Tıpkısının aynısı özel radyo kanalları ortaya çıkınca da yaşandı. Çeşitli nedenlerle TV veya radyo işlerine yakın kişiler ajans kuruverdiler.

Teknik becerileri sayesinde sosyal mecralar oluşurken erken başlayan tekno-kişiler de, şirketlerin sonradan fark etmesinden yararlanarak bazı uygulamalar sundular. O dönemin “herkes burada” anlayışı sayesinde bugün hatırlamadığımız başarı öyküleri de yarattılar.

Bazı ajanslar, sosyal medyada kısıtlı kalmayıp dijital pazarlamanın diğer alanlarına yöneldi. Bazıları hâlâ sosyal medyada uygulama yazmakla öğünüyor.

Bugün radyo ajansı veya TV ajansı adı söyleyebilen var mı? Kendini tek bir mecra (sosyal medya) ile konumlandıran ajansların geleceği farklı değil.

😛

Yukarıdakini ve son birkaç yazımı okuyup da dijital pazarlamaya karşı olduğumu sanmayın. Aksine, dijital pazarlamanın başarılı olacağına hiç kuşkum yok. Teknoloji perakendenin hizmetinde

Marketlerdeki küçük ekranlardan alışveriş arabalarına, akbil tarzı dijital bilet uygulamalarından müşteri verilerinin analizine, yüz tanıma uygulamalarından çip veya barkodlu ambalajlara, hava durumundan trafik yoğunluğu göstergelerine kadar her şeyin dijital olduğu bir dünyadayız. Artık TV reklamları viralleri örnek alıyor.

Hayatın doğal olarak dijital yansımayla aktığı ortamda dijital pazarlamanın öne çıkması engellenemez.

Şimdilik birkaç etkinlikte dijital ajanslar ana ajans rolünü kaptı. Gerek TV ve radyo, gerekse diğer çizgi altı iletişimi onlar yönetti. Yakında, bazı markaların (etkinliklerle sınırlı kalmadan) tüm pazarlama iletişiminin dijital kökenli ajanslar tarafından yapılacağını düşünüyorum.

Yılların stratejik iletişim ustası Erol Batislam’ın yazdıkları da görüşümü doğruluyor.

  • “Aradaki fark nedir?” diye sorarsanız, dijital ajanslar sadece sosyal medya ile sınırlı kalmayıp müşteriye 24 saat dokunabilecek bütünleşik pazarlama iletişimi konusuna eğildiler.

İtiraz ettiğim şu: Dijital pazarlamayı “sosyal medyada uygulama yazmak” ile sınırlayan kişi, kendisine ne yaptığını bilmese de müşterisine zarar veriyor. Elbette herkes hak ettiği reklamı alır.  Burada fazla söze gerek yok.

Ne var ki, müşterinin cehaletini kullanan ajanslar sistemin geleceğini olumsuz etkiliyor. Onlar nedeniyle işini doğru yapan dijital ajanslar aynı kefeye koyuluyor.

😉

Kendi payıma, pazarlamanın geleceğinin dijital olduğunun fevkalade bilincindeyim.

Ey teknik kökenli SMU’lar. Siz de SMU’larla dalga geçen [a] , [b] , [c] yazılarımı takıntı yaparak PİŞTİ olacağınıza mesleğinizin gereğini yapın. Bütünleşik pazarlama iletişimini öğrenin. Uygulama değil çözüm üretin.

😀

11 Şubat 2013 Pazartesi

Yeni Medya ve Sosyal-izm

Bugünlerde herşeyin başına ya yeni geliyor, ya da sosyal kelimesi. Sonuçta ikisi birden kullanılmaya başlandı. Artık çifte kavrulmuş “Yeni Sosyalizm”den bahsediliyor ya. Kuramsal kökenlerini sorgulamak istedim. Benim taraftan bakınca, pek de “yeni” değil. 1960’lardan beri vardı. Bence internet sadece ivmesini (hızını ve gücünü) arttırdı.

😉

1950 – 1970 yıllarında Dünya’nın en bilinen ekonomisti olan John Kenneth Galbraith  sermaye piyasalarının oluşmasını, hisselerin halka yayılması olgusunu şöyle değerlendiririyordu.

Yöneticilerin artistlerle oynaşmaları, şirketlerin rüşvet verirken yakalanmaları borsadaki hisse değerlerine yansır. Şirketleri yönetenler toplum tarafından hoş görülmeyen işler yaparlarsa hisselerin değeri düşer. Bundan en büyük zararı ana sermayedarlar görür. Onlar da bu yöneticiyi cezalandırır

Hisselerin halka dağılması sayesinde dolaylı olarak toplumun şirket üzerinde denetimi oluştuğunu, toplumun uygun görmediği davranışların engelleneceğini düşüyordu. Böylece New Affluent Society kitabında kendisinin “Yeni Sanayi Sosyalizmi” (New Industrial Socialism) diye isimlendirdiği kavram ortaya çıktı.

😉

Bugünlerde sosyal mecralar sayesinde, toplumsal duyarlık yaygınlaştı. Uluslararası şirketlerin gelişmekte olan ülkelerde doğal kaynakları (ormanlarını, madenlerini, vs.)  hatta başta çocuk işçiler olmak üzere insanlarını sömürmeleri, denizleri ve nehirleri kirletmeleri gibi konular sadece hissedarların değil, artık tüm toplumun tepkisini çekiyor.

Eskiden sadece maddi paydaşlar (küçük hissedarlar, büyük ortaklar, çalışanlar, yöneticiler, vs.) ilgi gösteriyordu. Artık hemen herkes tepkisini belirtiyor. O ürünü daha ucuza alabilecekken, dünyanın öbür ucunda çocuk işçi çalıştırılmasına veya çevrenin umarsızca kirletilmesine karşı geliyor. (Bu nedenle artık Değer ≠ Para diye tutturuyorum [1] ve [2] .)

Bence ana kavram değişmedi. Bilişim devrimi ile değişen, görece paydaş olmayanların hesap sorar duruma gelmesidir.

😛

Bu aşamada neyin hesabının sorulduğuna, neye karşı tepki gösterildiğine dikkat etmek gerekir. Aksi koşulda yeni sosyalizm de adaşı gibi kısa ömürlü olur.

Sorgulamalarım sürüyor.

😉