Sıfır
Tunç Kılınç’ın kitabı SIFIR’ı 3 günlük tatilin başlangıcında elime aldım. (“3 günlük tatil” diyorum, oy verme gününde evimize dönmüştük.)
Kitabı bitirince de görüşlerimi yazmak istedim. (Daha doğrusu Facebook’da, Tunç’un bu konuda talebini okuyunca bunu ödev edindim.)
Bence SIFIR, Tunç Kılınç’ı özel sektör hiyerarşisinin üst basamaklarındaki beyaz yakalı kişiyken, bugün bildiğimiz Tunç Kılınç yapan kişi, olgu, duygu ve cümlelerin bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir mozaik.
Mozaik deyince, Tunç’un bir resmini mozaik yapmaya çalıştım.
Her bir karesini, kitaptaki bir bölüm olarak düşünebilirsiniz.
Genelde kişisel görüş ve düşüncelerin yoğun şekilde anlatıldığı kitaplarda çoğunlukla insanların birlikte olmak zorunda oldukları mekanlar seçilir.
Hastane koğuşu, hapishane, uzun yolculuklar gibi ortamlarda roman kahramanları – uzun süre beraber oldukları için – birbirleriyle düşüncelerini, anılarını, okudukları eserlere ilişkin görüşlerini paylaşırlar. Böylece yazar da düşüncelerini derinliğine aktarma fırsatı bulur.
Tunç bambaşka bir yöntem seçmiş. Kısa bölümler halinde yazmış. Kitaptaki (okumayı kolaylaştıran ve ara geçişlerin hızlı olmasını sağlayan) kısa bölümleri bir araya getirince bugünkü Tunç Kılınç karşımıza çıkıyor.
Kitabın kahramanı Ali’nin bir kaza sonrası arafta sürüklenen ruhu sayesinde – Tunç’un gelişimini değil ama -bugünkü Tunç Kılınç’ı (büyük resmi) oluşturan unsurları okuyoruz.
“Tunç’un kendine yolculuğu” diyeceğim ama, bir psikolojik özeleştiri sanılmasını istemem. Gayet rahat okunan bir kitap.
🙂
Bir kitap okumakla dünya değişir mi? Ferrari’yi satınca bilge olunur mu? Gizli (Secret) denen şeyi hemen bulur musunuz?
Onları da sonlara doğru vurguluyor.
😀
Bana gelince, ilk fırsatta Tunç ile bir masada karşılıklı kadeh kaldırıp, kitabı konuşmayı düşünüyorum.
.