"Tunç Kılınç" etiketli yazılar:

01 Kasım 2015 Pazar

Sıfır

Tunç Kılınç’ın kitabı SIFIR’ı 3 günlük tatilin başlangıcında elime aldım. (“3 günlük tatil” diyorum, oy verme gününde evimize dönmüştük.)

Kitabı bitirince de görüşlerimi yazmak istedim. (Daha doğrusu Facebook’da, Tunç’un bu konuda talebini okuyunca bunu ödev edindim.)

Bence SIFIR, Tunç Kılınç’ı özel sektör hiyerarşisinin üst basamaklarındaki beyaz yakalı kişiyken, bugün bildiğimiz Tunç Kılınç yapan kişi, olgu, duygu ve cümlelerin bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir mozaik.

Mozaik deyince, Tunç’un bir resmini mozaik yapmaya çalıştım.
Her bir karesini, kitaptaki bir bölüm olarak düşünebilirsiniz.

SIFIR-Tunc

Genelde kişisel görüş ve düşüncelerin yoğun şekilde anlatıldığı kitaplarda çoğunlukla insanların birlikte olmak zorunda oldukları mekanlar seçilir.

Hastane koğuşu, hapishane, uzun yolculuklar gibi ortamlarda roman kahramanları – uzun süre beraber oldukları için – birbirleriyle düşüncelerini, anılarını, okudukları eserlere ilişkin görüşlerini paylaşırlar. Böylece yazar da düşüncelerini derinliğine aktarma fırsatı bulur.

Tunç bambaşka bir yöntem seçmiş. Kısa bölümler halinde yazmış. Kitaptaki (okumayı kolaylaştıran ve ara geçişlerin hızlı olmasını sağlayan) kısa bölümleri bir araya getirince bugünkü Tunç Kılınç karşımıza çıkıyor.

Kitabın kahramanı Ali’nin bir kaza sonrası arafta sürüklenen ruhu sayesinde – Tunç’un gelişimini değil ama -bugünkü Tunç Kılınç’ı (büyük resmi) oluşturan unsurları okuyoruz.

“Tunç’un kendine yolculuğu” diyeceğim ama, bir psikolojik özeleştiri sanılmasını istemem. Gayet rahat okunan bir kitap.

🙂

Bir kitap okumakla dünya değişir mi? Ferrari’yi satınca bilge olunur mu? Gizli (Secret) denen şeyi hemen bulur musunuz?

Onları da sonlara doğru vurguluyor.

😀

Bana gelince, ilk fırsatta Tunç ile bir masada karşılıklı kadeh kaldırıp, kitabı konuşmayı düşünüyorum.

.

31 Ocak 2010 Pazar

Muhabbet bağına girdim dün gece

Yıllar var bu şarkıyı dinlerim. Benim için anlamı pek değişmedi yıllar içinde…

🙂

Daha lisede öğrenciyken öğrendim muhabbetin sırlarını… Babamdan güzel öğütler dinledim. (O da kendi babasından almış öğütleri) “Adam gibi oturup, adam gibi kalkmak istiyorsan, ölçülü içeceksin, ölçülü yiyeceksin, birbirine karıştırmayacaksın. Adam gibi oturup hayvan gibi kalkmak istiyorsan, ne yersen ye… ne içersen iç…”pasaj_at_nite

Lisede, Anadolu yakasında okumama rağmen, Çiçek Pasajı’nın garsonları beni Galatasaray Liseli sanıyorlardı. En azından haftada bir kez görüşüyorduk. (ODTÜ’de birlikte okuduğum Galatasaray Liseliler beni “Fahri Galatasaraylı” ilan ettiler sonraları…)

İlk faili meçhul kıyakı yaşadığımda Çiçek Pasajı’ndaydım. Yetmeyen öğrenci harçlığımın üzeri tanımadığım bir ağabey tarafından tamamlandı. Muhtemelen benim şimdiki yaşımda olan bir ağabey…

muratbelge_yemekMurat Belge‘nin “Tarih boyunca YEMEK KÜLTÜRÜ” kitabını okuduğumda… Aramızdaki yıllara rağmen… Üstadın bahsettiği Kadıköy yakası meyhanelerinin hepsine gitmiştim. Gençlik yıllarımda…

Lise arkadaşlarımla birlikte, bazılarında muhabbet ederken çekilmiş resimlerim var.

😀

Değişik arkadaş gruplarım oldu, hepimizin olduğu gibi… Bazı arkadaşlar değişti, bir kısmı aynı kaldı.  Yıllar boyunca, bir masa etrafında sözleştik hep.

Tarih saptamak hep en zor kısmıdır. Yıllar ilerledikçe daha da zorlaşır. Onun yurtdışı seyahati, bunun kızının müsameresi, öbürünün eşinin izin vermesi, diğerinin önemli bir toplantısı…

Tarih’ten sonra mekan belirlenir. Yemekler, mezeler, fiyat ve ortam tartışılır. Kimin yer ayırtacağı da önemlidir.

İcraat günü geldiğinde… Neredeyse yıllardan beri sıra değişmez. Erkenciler hep erkencidir. Birileri de her zaman geç gelir. Salt çoğunluk bir araya gelince soğuk mezeler ve içki masaya koyulur.  Sohbet hızla derinleşir. Artık şuranın Genel Müdürü, buranın Kurumsal bilmemnesi, şu malzemenin ihracat şampiyonu… değilsindir. Okuldaki kimliğin ortaya dökülür. Gizlenmezsin. Takma adın varsa, özentini değil seni anlatıyordur. Olduğun veya olması gerektiğin gibi ortadasındır. Bundan keyif alırsın zaten.

😀

Otuzlu yaşlarımın başındaydım. ODTÜ Mezunlar Derneği’nin bir akşamında… Benim şimdiki yaşlarımda bir ağabey “kaç yaşındasın?” diye sordu. Söyledim.

“O kadar güzel içiyorsun ki, merak ettim” dedi… Kendisi artık aynı şekilde içemediği için, bütün geceyi bana ısmarladı…

😛

Oysa şimdi bu güzel cümlenin anlamını değiştirdiler…

Muhabbet deyince akıllarına “chat” geliyor. Sosyal mecralarda harcanan zaman… Facebook’da, Twitter’da, Friendfeed’de ona buna söz söylemeler, arkadaşlara takılmalar… Muhabbet çirkinleşmediği sürece itirazım yok. (Hoş, olsa ne yazar, kim takar…) pinokyo_chat_yaparsa

Bağ = Link… Bu durumda “muhabbet bağı” denildiği zaman da Facebook, Twitter, Friendfeed’e bağlayan linkler geliyor akıllara.

Girdim” deyince de “enter” tuşuna basmak, veya “mouse”a çift kliklemek düşünülüyor.

Dün gece” deyince de, sabaha kadar ekran başında oturduğunu anlatıyor.

(Resim Aytaç Mesci‘nin blog’undan alınmıştır.)

🙁

Yok arkadaşlar, olmaz gençler… Hayır. “Muhabbet bağına girdim dün gece”  “bir chat ortamının linkine enter’ladım ve sabaha kadar ekran başındaydım” demek değil.

😛

19 Ocak 2010 Salı

Kendini pazarlama

Geçen senenin Nisan veya Mayıs ayıydı. Tunç Kılınç, Sn. Fatoş Karahasan’ın dersine konuk olmuştu. Ben de yancı durumunda, her ikisinden de bir şeyler öğrenmek amacıyla olay mahallindeydim.

İletişim öğrencileri… Çoğu büyüyünce reklamcı olacaklar (ya da olmayı hedefliyorlar)… Tunç farklılaşmanın öneminden bahsetti önce. Sonra da herkese “nasıl bir CV hazırlardın” diye sordu.

Yarısına yakını, klasik CV formatından vazgeçmeyeceğini söyledi. Tunç’un, “diğer başvuranlar arasından neden seni seçsin ki?” zorlamaları sonucu pek değiştirmedi.

😛

Nereden mi aklıma geldi. Friendfeed’de İpek Aral Kişioğlu’nun [1] ve [2]
yazılarını görünce…

Başvuran yüzlerce kişi arasından nasıl farklılaşacağımızı da düşünelim diye… Kendimizi birey olarak, her zeminde ifade edelim diye…

😉