"yabancı sermaye" etiketli yazılar:

11 Şubat 2013 Pazartesi

Yeni Medya ve Sosyal-izm

Bugünlerde herşeyin başına ya yeni geliyor, ya da sosyal kelimesi. Sonuçta ikisi birden kullanılmaya başlandı. Artık çifte kavrulmuş “Yeni Sosyalizm”den bahsediliyor ya. Kuramsal kökenlerini sorgulamak istedim. Benim taraftan bakınca, pek de “yeni” değil. 1960’lardan beri vardı. Bence internet sadece ivmesini (hızını ve gücünü) arttırdı.

😉

1950 – 1970 yıllarında Dünya’nın en bilinen ekonomisti olan John Kenneth Galbraith  sermaye piyasalarının oluşmasını, hisselerin halka yayılması olgusunu şöyle değerlendiririyordu.

Yöneticilerin artistlerle oynaşmaları, şirketlerin rüşvet verirken yakalanmaları borsadaki hisse değerlerine yansır. Şirketleri yönetenler toplum tarafından hoş görülmeyen işler yaparlarsa hisselerin değeri düşer. Bundan en büyük zararı ana sermayedarlar görür. Onlar da bu yöneticiyi cezalandırır

Hisselerin halka dağılması sayesinde dolaylı olarak toplumun şirket üzerinde denetimi oluştuğunu, toplumun uygun görmediği davranışların engelleneceğini düşüyordu. Böylece New Affluent Society kitabında kendisinin “Yeni Sanayi Sosyalizmi” (New Industrial Socialism) diye isimlendirdiği kavram ortaya çıktı.

😉

Bugünlerde sosyal mecralar sayesinde, toplumsal duyarlık yaygınlaştı. Uluslararası şirketlerin gelişmekte olan ülkelerde doğal kaynakları (ormanlarını, madenlerini, vs.)  hatta başta çocuk işçiler olmak üzere insanlarını sömürmeleri, denizleri ve nehirleri kirletmeleri gibi konular sadece hissedarların değil, artık tüm toplumun tepkisini çekiyor.

Eskiden sadece maddi paydaşlar (küçük hissedarlar, büyük ortaklar, çalışanlar, yöneticiler, vs.) ilgi gösteriyordu. Artık hemen herkes tepkisini belirtiyor. O ürünü daha ucuza alabilecekken, dünyanın öbür ucunda çocuk işçi çalıştırılmasına veya çevrenin umarsızca kirletilmesine karşı geliyor. (Bu nedenle artık Değer ≠ Para diye tutturuyorum [1] ve [2] .)

Bence ana kavram değişmedi. Bilişim devrimi ile değişen, görece paydaş olmayanların hesap sorar duruma gelmesidir.

😛

Bu aşamada neyin hesabının sorulduğuna, neye karşı tepki gösterildiğine dikkat etmek gerekir. Aksi koşulda yeni sosyalizm de adaşı gibi kısa ömürlü olur.

Sorgulamalarım sürüyor.

😉

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Aşağıda standartlaşma

Size bir şirket evliliği öyküsü anlatayım.

Bir dönem Türkiye’ye oldukça fazla yabancı sermaye girdi. Kendi sektöründe Dünya çapında ilk 15’e giren Avrupa merkezli büyük bir şirket, Türkiye’de büyüme stratejisini başarılı buldukları A’yı bünyesine katmıştı.

B ise, aynı sektörde yine Avrupa merkezli orta ölçekli bir şirket tarafından %50’si satın alınmış bir firmaydı. B’nin pazar payı A’dan küçüktü. Zaten satın alınma değeri de A’nın çok altındaydı.

😛

A’yı satın alan şirketin Avrupa’daki yöneticilerinin yanlış kararları, 2008 krizinde büyük şirketi batırdı. Aynı dönemde, Lehman Brothers’ın ortadan kalktığını, General Motors’un iflasa yaklaştığını hatırlayalım.

Ana şirketin batması, Dünya’nın birçok yerindeki yavru şirketleri satma zorunluğu getirdi. Böylece A’yı B firması satın aldı. Hani “Almanlar savaşı kaybetti. Biz de mağlup sayıldık” klişesi var ya! Aynen öyle…

Buraya kadar olan kısmı, globalleşmenin doğal uzantısı. Şirketin sahibi her an değişebilir. Arkasında yabancı şirket olan küçük firma, ülkesinde daha büyük görüneni ele geçirebilir.

😉

Önemli olan sonrası…

A’nın teknolojisi B’den çok daha ilerideydi. Müşteri sayısı ve şube adeti daha fazlaydı. Süreçler çok daha müşteri odaklı yapılmıştı. Ne var ki artık patron olan B.

Doğru olanı, A’nın daha ileri olan teknolojisini ve süreçlerini daha geride olan B’ye uyarlamak, böylece B’yi en azından A’nın düzeyine getirmek değil mi? O kadar da kolay değil. Burada üst yönetimin basireti devreye giriyor.

Satın aldığın A’nın elemanlarına “Sizin alt yapınız daha iyi. Biz de onu kullanmaya karar verdik” demek zor. Projeler yapılacak, yeni katılanlara yetki verilecek. Böylece yıllardan beri çağın ne kadar gerisinde oldukları, altyapıyı doğru kurmadıkları, süreçleri yanlış veya eksik tasarladıkları, müşteri odaklılıktan ne kadar uzak oldukları, kendi elemanlarını kandırdıkları ortaya çıkacak.

Daha kolay olanı – ve B yönetiminin satınalmadan sonra daha da şişen EGO’sunu tatmin eden çözüm – ise eskiye dönmek. Yeni katılanlara sürekli hakaret ederek onların birçok işi yakın geçmişte çok daha kolay yaptıklarını söylemelerini engellemek; müşteri odaklı olmayan süreçlere dönmek; kendi teknoloji elemanlarını daha ileri kavramlara yönlendirmek yerine, yeni katılanları 10 sene önce bıraktıkları süreçlere zorlamak.

🙁

Müşteri olarak çektiğim eziyet, zaten B’nin üst yöneticilerinin umurunda değil. Onlar EGO’larını parlatıyor.

30+ yıllık iş hayatında gördüğüm şudur. Kendileri bir şey üretemeyenler, standartlaşmayı en aşağıda eşitlemek sanırlar.

🙁

Ve aklıma, 40 küsür sene önce okuduğum bir şiir geliyor.

Müjde,
Bakır kıçlı maymunlara müjde…
Aslan kafeste.
Başlasın şimdi hindistancevizi yağmurları…

😉

24 Aralık 2010 Cuma

Performans ve potansiyel 2

Sevgili Hasan Başusta’nın friendfeed’deki “Çalışanların performansına değil, potansiyeline bakmalıyız. İkisinden biri eksikse bu yöneticinin suçudur, çalışanın değil.” cümlesine karşı örnekleri sıralıyorum. İlkini dün yazmıştım. Bugün ikincisi.

🙂

14’üncü kez iş değiştirdim. 2000 yılının Haziran ayında işe başladım.

Ekipteki bir hanım kızımızın ana dili gibi ingilizcesi vardı. Türkçesi de çok iyiydi. Ayrı yazılan de, da, ki’ler dışında; nezaketli değil nazik, cesaretli yerine cesur deneceğini de biliyordu. (Bunları önemserim.)

Performansı da yüksek bir arkadaştı. CRM projesine onunla başladım.

2000 yılı sonundaki çift hörgüçlü kriz başgösterdi. Kasım ayında bir tane… Sonra Şubat’ta bir tane daha. Birçok banka ya battı, ya da el değiştirdi. Çocuklarını özel okullardan alıp devlet okuluna verenler, işsiz kalıp Anadolu’ya göçenler, lüks semtlerdeki evlerini satıp ucuz yerlerde kiraya çıkanlar oldu. Büyük bankalarımız bile yabancı ortak almak zorunda kaldı. Bazıları maaş azaltması yaptı.

Bankamız krize hazırlıklıydı. O sene, maaş zammı ve başarı primi veren tek banka oldu.

Bizim katta, az ötemizde kriz masası kuruldu. Ekibe “Herkes krizle uğraşıyor. Fırsat bu fırsat. Biz kendi işimize bakalım. Kriz bittiği zaman ürün yelpazemizi genişletmiş olalım” dedim.

🙂

Durumumuz iyiydi. Ama hanım kızımız yine de depresyona girdi. “Ya kocası işsiz kalırsa…” endişesi onu yeyip bitirmeye başladı. Performansı düştü. Verim alamamaya başladım. Ayrıca sürekli olumsuzluk üretiyordu. Ekipteki diğer arkadaşlar da şikayet etmeye başladılar. Yoğun çalışma tempomuzu etkiliyordu.

Daha sonraki haftalar içinde birkaç kez konuştum. Sonuç değişmedi. Yollarımızı ayırdık.

🙁

Onunla çıktığımız yola, başkalarıyla devam ettik. Kriz bittiğinde, büyük bankalardaki ürün yelpazesine sahiptik. Daha sonra birçok ulusal ve uluslararası başarı öyküsüne imza attık.

😀