Pardon – Patron
Dün Linkedin’de Emre Mert‘in “Kahraman pardon hain yazılımcı!” yazısıyla karşılaştım. İşe alırken “kahraman” ilan edilen ve giderken “hain” diye konuşulan yazılımcıların çilesini özetlemiş.
😉
İlk anda “Kahraman patron hain yazılımcı” diye algılamışım. Bilirsiniz,
Bir İgnliiz üvnseritsinede ypalaın arşaıtramya gröe,
kleimleirn hrfalreiinn hnagi srıdaa yzadıkılraı ömnlei dğeliimş.
Öenmli oaln brincii ve snoucnu hrfain yrenide omlsaıymş.
Ardakai hfrailren srısaı kıraışk osla da ouknyuuormş.
Çüknü klmeilrei hraf hraf dieğl bir büütn oalark oukyrouumşz.
Böyle bir algı oluşmuş. Ancak yazıyı baştan sona okuyunca hatamı fark ettim.
😮
“Kahraman pardon hain yazılımcı!” yazısını çok önemsedim.
Öncelikle, daha üniversiteye başlamadan önce aldığım ilk işletmecilik dersini anımsadım. ODTÜ İşletmecilik’i kazanınca, profesyonel yönetici olarak yıllardır çalışan amcam Selahattin Özmen‘e gittim ve ilk işletmecilik eğitimimi aldım.
Masaya oturduk. Kağıt ve kalem getirdi. “Her toplantının notunu tutmalısın” dedi. Hâlâ da dikkat ederim.
Eğitim sırasında “İyi bir profesyonel yönetici, bir süre sonra ya ACİL doktoru olur, ya da cenaze levazımatçısı” demişti. Selahattin amcamın ne demek istediğini yıllar sonra çok iyi anladım. Kurumların veya kurucuların büyük çoğunluğu iyi bir profesyonele ihtiyaç duyduklarını düşünmüyorlar. Çeşitli nedenlerle ekonomik ortam da bunu destekliyor. Sonra bir kriz oluyor veya ekonomik rahatlık ortamı değişiyor. Şirket batmaya çeyrek kalınca profesyonele başvuruyor. Böylece ACİL doktoru oluyorsunuz.
Bazen de şirket artık kurtarılamayacak duruma geliyor. Size cenazeyi, en az hasarla kaldırmak düşüyor. Buyurun cenaze levazımatçısına…
😉
Emre Mert’in yazısına geri dönelim. Bu yazıyı (biraz da hüsnü kuruntu) geçen hafta yayınladığım “Eline yapışır” yazımla ilişkilendirdim. Adeta bu yazıya yanıt gibi “sadece yazılımcıları suçlamanın doğru olmadığını, çalışılan yerdeki çeşitli etmenlerin de adam gibi iş yapmayı engellediğini” söylüyor diye düşündüm.
Emre Mert’i haklı kılan birçok olguyu ben de yaşadım.
Yazıda geçen şu noktalar
- İşe alırken oryantasyon süreci olmamıştı.
- Ekip arkadaşlarının ağzından alabildiği birkaç cümle ile projeyi tanımaya çalışıyordu.
- Dokümantasyon yoktu. Acil işler nedeniyle herkes o kadar yoğundu ki dokümantasyon günah sayılabilirdi.
- Bir ayrılma (offboarding) sürecinden geçmediler
yazılımcılara özgü değil. Birçok beyaz yakalı da aynı sorunları yaşıyor. Çok üzücüdür ki, birçok yeni nesil girişimci de kendileri patron olunca aynı sorunları yaşatıyor.
Yazıdaki “Yıllardır şirkette çakılı olan yazılımcı ve yöneticiler ürünü iyi bildiklerini her toplantıda bir şekilde belli ediyorlardı. Onlar olmasa ne olurdu bu şirketin hali!” cümlesindeki yazılımcı kelimesini çıkarıp, hangi mesleği isterseniz koyabilirsiniz. Dokümantasyon veya yönerge veya yazılı kuralların eksikliği, bu “yıllardır şirkette çakılı olan” yazılımcı, satışçı, pazarlamacı, muhasebeci, operasyoncu, mühendis ve hatta çaycı vb… için en önemli varlık kaynağıdır. “Bizim iş öyle uzaktan anlaşılmaz. İçinde olmak lâzım. İnsan zamanla öğrenir” dışında bir cümle söylememekte ısrarlı davranırlar.
Bazıları departman raporlarını kurumun diğer bölümlerinden saklar. Satış raporlarını aynı kurumun Pazarlama bölümünden gizleyenleri de duydum. Genel Müdür ile yapılan toplantıdan sonra bölüme dönünce “Genel Müdür önünde Pazarlama’yı nasıl açık düşürdüğünü” keyifle anlatan Satış GMY’si bile var.
🙂
Kurumlara ilişkin işlerini kayıtlı yapan ve çalıştığı kurumla bilgilerini paylaşan her kişiye derin saygı duyarım. Sıkça dediğim (ve yazdığım) gibi:
Bilgi = Güç… ama
Sizi güçlü kılan bilgi başkalarından sakladığınız değil, paylaşsanız bile hiç kimsenin sizin kadar işe veya ticarete veya paraya veya ilişkiye veya bir değere dönüştüremeyeceği bilgidir.
😀