"yönetim bilimleri" etiketli yazılar:

26 Ekim 2023 Perşembe

Profesyonellik ve Acil Servis

Sene 1976. ODTÜ İşletme’yi kazandım. O yıllarda fen puanı ile giriliyordu. (Bu açıklama sayısalcı – sözelci karşılaştırması yapanlar için 😉 )

Okulun başlamasına birkaç ay vardı. Zaten boykot filan, süre uzayacak. Birinci tercihimi kazanmıştım ama yine de meslek hakkında daha fazla öğrenmek istiyordum. Başarılı bir yöneticilik hayatı olduğunu bildiğim amcam Selahattin Özmen‘e gittim. Bana işletmecilik nedir diye anlatmasını istedim. Önce içeriden kağıt-kalem getirdi. İlk ders olarak, “her şeyin yazılı notunu tutmak” gerektiğini söyledi.

Yakından tanıyanlar bilir. Çok iyi not tutarım. Giderek tekniğimi de geliştirdim. Aradan 47 sene geçmiş. Amcamın öğütünü tutmaya devam ediyorum.

Amcam kağıda temel yönetim fonksiyonlarını (üretim – finansman – pazarlama – vb…) gösteren bir organizasyon şeması çizdi. Her bir fonksiyonun ana işlevlerinden bahsetti. Birlikte çalışmanın önemini vurguladı. bana verdiği eğitimin sonlarında “Bu ülkede profesyonel yöneticilik, ya acil servis doktorluğu ya da cenaze levazımatçılığıdır” dedi. Ne demek istediğini de anlattı ama o anda anlamamıştım.

Açıkçası, iş hayatımın ileri yıllarında anladım.

Ülkenin esnaf kökenli girişimcisi, ücretini verdiği adamdan daha iyi bildiğini sanır. (Sanayi devrimi zihinlere uğramamıştır. Feodal kökenli bakış açısı değişmemiştir.) Patron her şeyi en iyi bilir. Kendisine uyarı yapıldığında bile dinlemez. Rahatça çözülecek sorunlar krize dönüşene kadar direksiyonu bırakmaz. (Bu paragraftaki her linkte bir örneği var.)

Her şeyi bilen patron hatalarından ders almayıp işler artık kurtarılamaz duruma gelince “Aman şirket ölüyor. Bir baksan da kurtarsan” derler. Bu acil servis doktorluğu. Aradan neredeyse 50 yıl geçmiş. Patron hâlâ acil servise başvurduğunda strateji ve yönetim bilgisi aramaz, finansman – muhasebe uzmanına başvurur.  Muhtemelen hâlâ strateji ve yönetimi en iyi kendisinin bildiğini düşünmektedir.

 

 

Ya da şirket ölmüştür. Sorunsuz biçimde defnetmek ve kalanları bölüşmek gerekmektedir. Bu da cenaze levazımatçılığı. Bu durumda zaten strateji, liderlik, yönetim, yönetişim gibi kavramlar fazlasıyla lüks olur. Doğrudan işin ustası muhasebeciye baş vurulur.

🙁

ODTÜ-İşletme’den iyi bir dereceyle mezun oldum. Hemen her işletmecilik mezunu gibi “erkenden Genel Müdür olmak” hevesim vardı.  Yukarıda yazdığım olguyu 30 yaşımda, dönemin en büyük denizcilik acentelerinin birinde Genel Müdür Yardımcısı’yken anladım. Parayı veren girişimci (kurumlaşmamış şirketin patronu) stratejik hatalarını anlamamakta direniyor. Kendi küçük taktiksel hareketlerini öylesine beğeniyor ki, uzun vadeli – üstelik pek de sıkıntılı olmayan – bir öneri getirdiğinizde köpürüyor.

Yıllar sonra karşılaştığınızda, “Senin dediğini yaptımdiyor ama ne fayda… Çektiğin eziyetler, patronla gereksiz tartışmalar, yediğin anlamsız fırçalar… “Parası iyi de olsa buna katlanılmaz” diye kapıyı vurup çıktıktan sonra evli + iki çocuklu işsiz kalman… Yeniden adım adım kurmaya başladığın iş hayatın…

Bana önemli bir ders oldu. Profesyonel iş hayatımın sonraki yıllarında doğrudan patrona değil, iyi bir profesyonel yöneticiye bağlı çalışmayı tercih ettim. (Bu vesileyle Sinan İşler’in sorusuna kısmen de olsa yanıt vermiş olayım)

Bu arada… aradan 50 sene geçti ama günümüz girişimcisi de çoğunlukla farklı değil.

Biliyorum defalarca yazdım [1][2][3][4][5][6][7][8][9][10][11][12][13][14] –  ama tekrarlayayım:

Ücretli ≠ Profesyonel

🙁

29 Temmuz 2018 Pazar

Tecrübe ve Enerji

Hayatı boyunca hiç büyük kurumlarda çalışmamış olan bazı genç girişimcilerin “Kurumlarda ücretli çalışmayın, girişimci olun” gibi önerilerindeki tutarsızlığı anlatmaya çabalarım.

Bu genç girişimciler işlerini az büyütüp yanlarına eleman almaya kalktıklarında, aradıkları tecrübe “kurumlarda öğrenilen birikim” olmaya başlar. En azından bazı sektörlerde bazı kurumlardan uzak durmak gerektiğini, birlikte çalışacakları kişileri seçerken “işe alma tecrübesi” gerektiğini filan yedikleri kazıklar sayesinde hemen öğrenirler.

😉

Gençler bir yana… “Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır” deyip geçelim.

Çalıştığı kurum sayesinde çeşitli yurtdışı girişimleri inceleme fırsatı bulan, onların benzerini Türkiye’de kuran, konferanslarda iş hayatını anlatırken “önce günlük – haftalık – aylık rakamları incelerim ve karşılaştırmalar yaparım” diye büyük kurumda öğrendiklerini anlatan… ama “kurum mu yoksa girişim mi?” diye sorulduğunda “Kurumlarda hiç vakit kaybetmeyin” diyenler var ya… Bu çelişki beni kızdırıyordu.

Onlara yanıtı Dünya Ekonomi Forumu (World Economic Forum) vermiş.

😀

Değerli genç arkadaşım Murat Durak ile fırsat buldukça sohbet ederiz. Sıkça geçen konularımızdan biri de yukarıda yazdıklarım.

Murat bir tweet’inde bana haber vermiş.

Hemen World Economic Forum (Dünya Ekonomi Forumu) ne demiş diye tıklıyoruz:

Elbette tweet ile yetinmeyip, yazıyı okuyoruz.

Yazının bazı kısımlarını aşağıda özetliyorum.

Bir girişimci olarak başarı, eğitim, deneyim, bilgi ve yeteneklerinizin toplamı olan becerilerinize bağlı. Ekonomistler buna “insan sermayesi” diyor. Bu beceriler, gizli fırsatların yakalanması ve mevcutların büyütülmesi için mutlaka olmalı.

Gençlerin yaratıcılıkları ve teknolojik beerileri daha fazla olsa da sektör deneyimsizliği ve finansal durumları başarıyı doğrudan etkiliyor. Bilgi ve becerileri eğitimle ve iş hayatında çalışarak ediniriz.
Araştırmada, özellikle sektöre özgü girişimlerde, o sektörde uzun deneyimi olanların kısa süreli tecrübesi olanlara oranla çok daha başarılı olduğunun ortaya çıkması, şaşırtıcı gelmeyecektir.

Dünya Ekonomi Forumu’nun özetiyle yetinmedim, özette olmayan bir şekli de ekledim.

Araştırmada, mühendislik ve teknoloji mezunlarının bilimsel çalışmalara, girişimcilik ağırlıklı eğitim alanların hemen start-up’a yönlendiği anlatılmış.

Oysa Apple, Microsoft, Linkedin gibi kurumlar, girişimcilik mezunlarının  çalışmaya başlamasını ve içeride proje geliştirmesini özendiriyor.

İngiltere özelinde bazı bulguları da vurgulamışlar.

Okullar, mezunlarının kurdukları başarılı girişimleri gereğinden fazla vurguluyorlar ama… iş hayatı tecrübesi olmayan MBA mezunlarının hemen start-up kurmaya özendirilmesinin doğru olmadığı ortaya çıkıyor.

Böylece gerekli iş tecrübesi de kazanılıyor. World Economic Forum MBA okullarına da bazı önermelerde bulunuyor.

😉

Yazı uzun. Yazının kaynağı olan araştırma daha da uzun.

Araştırmada çok farklı çalışmalar var. En başarılı olunan yaş aralığı 35 – 55 arasında…

Girişimciliğe kalkışmadan önce biraz iş tecrübesi yararlı oluyor. Sanırım tecrübe ile enerjinin optimum noktası bu yaş aralığı.

😛

29 Temmuz 2017 Cumartesi

İdeal’i Öğren Tonton

Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) “Üretimin Geleceği Zirvesi” düzenlemiş. Bu zirvede “Endüstri 4.0 kavramı ve işgücünün dijital dönüşümü” ele alınmış. (Kaynak: MESS’in İŞVEREN dergisi)

Dijital Dönüşüm konusunda hemen her bulduğumu okuduğumu bilen bir arkadaşım dergiyi verdi. Bu konudaki bazı notlarımı paylaşıyorum.

  • Notlar: [1] Toplantıya katılmadığım için, dergide yazılanlar üzerinden yorum yapacağım; [2] Dergide yayınlananlardan bazılarını “cımbızlayarak” görüşlerimi aktaracağım.

Konuşmacılardan Pr. Dr. Sascha Stowasser (Düsseldorf Uygulamalı İşbilim Enstitüsü CEO’su) konuşmasında “Şirketlerde dijitalleşmenin başarılı olmasının birinci koşulu, üretim süreçlerinin çok iyi bilinmesidir. Verimsiz bir süreçle otomasyon yapılırsa karmaşıklık ve kaosun ortaya çıkması kaçınılmaz.” demiş.

Arçelik Üretim ve Teknoloji Genel Müdür Yardımcısı Oğuzhan Öztürk konuşmasında “Değişen müşteri kitlelerinin ihtiyaçlarına cevap verebilmek için fabrikaların da gelişmesi gerekli. Bir fabrikanın değişmesi için bugün her şey var. Fakat değişime nereden başlayacağını önceliklendirip, nasıl kullanacağına yön vermeyi bilmesi öncelikli koşul…” demiş.

  • Dergide yayınlanan diğer konuşma özetlerinden bazıları konusunda yorumlarımı daha sonraki yazılarda paylaşacağım.

😉

Müşteri odaklı süreç tasarımı‘nın (MOST®) temel ilkesini anlattığım yazıda “Şirketin bugünkü yapısı, iç dengeleri, vb. ile uğraşmayın. İdeali “Şirketi bugün kursak nasıl yapardık” diye düşünerek tasarlayın” diye belirtmiştim.

Bence yukarıda alıntıladığım (cımbızladığım 😉 ) cümleler “mevcut ile zaman kaybetmeyin, ideal’den başlayın” görüşümü doğruluyor.

Süreç tasarımına mevcut durumdan başlayanlar verimsiz süreçleri nasıl dijitalleştireceklerine kafa yoruyorlar.

İdeal durumu hedef alıp, “oraya nasıl gideriz” diye başlayanlar, hızlı kazanımları daha doğru yerleştiriyor; böylece hem hedefe daha çabuk ulaşıyor, hem de uzun yolculukta paydaşların bıkmasını veya moralin bozulmasını da engellemeyi becerebiliyorlar.

İdeal’den başlamanın çok kolay olduğunu sanmayın. Pr. Dr. Sascha Stowasser’in dediği gibi “üretim süreçlerinin çok iyi bilinmesi” gerekiyor. Bu “çok iyi bilinmesi” denildiğinde “verimsiz ve zaten yanlış olan mevcut durumun iyi bilinmesi” anlaşılmamalı. “Müşteri beklentilerini en optimum şekilde karşılamak için olması gereken süreçlerin iyi bilinmesi” hedeflenmeli.

😛

Bir kurumla dönüşüm projesine çalışıyorduk. Toplantılarda “ideal süreçlerin tanımlanmasının önemi” üzerinde durduk. Bu yaklaşımın “verim ve zaman kaybını nasıl azalttığını” anlattık. Katılımcıların hemen hepsi ilk bakışta “anlamış gibi” göründüler. (Benim baskın tavrımın da etkisi olabilir.)

Sonra, katılamadığım bir toplantıda, yazılım şirketi “Nasıl bir yapı düşünüyorsunuz?” diye sorduğunda iş birimindekiler “Size mevcutta neler yaptığımızı bir anlatalım” demişler. Önceki toplantılara katılanlardan bazı arkadaşlar “çıldırmak işten değil” diyerek anlattılar.

Şöyle konuşmalar geçmiş: (A → Analist; İ → İşbirimi)

A – Neden mevcut durumu anlatarak zaman kaybediyoruz. İdeal durumu ve beklentilerinizi anlatsanıza…”

İ – Biz mevcut durumumuzu bir anlatalım.

A – Mevcut durumun kimseye yararı yok.

İ – Biz yine de mevcut durumumuzu bir anlatalım.

A – Siz ideal durum için beklentilerinizi anlatacaksınız. Yazılım şirketi de süreçleri ve ekranları ona göre tasarlayacak. Mevcut durumu anlatmak gereksiz.

İ- Biz mevcut durumumuzu anlatalım. Belki yazılım şirketi bize bir şeyler önerir.

  • Bence “İdeal durum konusunda çalışmadım ve fikrim yok” demek yerine “görev listesindeki işlerden birini daha yapıyoruz” gibi görünmek istiyorlar.

🙁

Sadece bu şirkete özgü olduğunu zannetmeyin. Birçok kurumda, orta ve üst yönetim kadroları “ideal durumu araştırmak, dünyada en iyisinin nasıl yapıldığını anlamak, en iyiden bile daha iyisinin nasıl yapılacağına kafa yormak” yerine mevcut durumu dijitalleştirmekle yetinirler.

  • Eğlenceli ama tümden yanlış bir örneği yakında paylaşacağım

Değişime uyum sağlamak zaten zordu. Şimdi değişimin uygulayıcısı olmak gerekiyor. Yani “Başkası yapsın, biz uyarız” değil, “Biz yapmalıyız” deme zamanı.

Eeee! Değişmek kolay değil ama “değiş tonton” yoksa, yoksun.

😉

Bana sorarsanız… Yaşanabilecek en güzel zamanlar, çünkü neredeyse bildiğini sandığın her şey yanlış. (Yine bir MESS yayınından alıntı.)

😀