"zaman" etiketli yazılar:

19 Temmuz 2015 Pazar

Zaman Durmuş

Haziran ayında Üsküdar – Kabataş motorlarından birinde şu takvimi gördüm.

2015-Haziran

Sanırım “Neden aynısından 3 tane var?” diye takvimi veren şirkete hayret etmiş.

İşe iyi tarafından bakalım. Belki de bizim gibi, sonraki 2 – 3 ayın planını yapmasına gerek yok.

😉

Sizin zamanınız da en güzel anınızda dursun. Öylece kalsın.

😀

 

17 Eylül 2014 Çarşamba

Geçiş Hakkı (İşimiz Zaman Satmak 2)

Bir akşam, arkadaşlarla beraber iş sonrası Ortaköy’de bir iki saat oturduk. Daha sonra saat 20:30 sıralarında evime giderken, tek yönlü yolda bir taksi ile karşılaştık. Yol benimdi. İçinde bir müşterisi bulunan taksi, tek yönlü yola ters taraftan girmişti.

Gerek onun, gerekse benim iki araba boyu arkamızda boş yer vardı. Arabalardan herhangi biri iki araba boyu geri giderse, sorun çözülecekti. Köprüde karşılaşmış iki keçi gibi birbirimize baktıktan sonra, taksi şoförü dayanamadı:

–    Arabanı geri çek!
–    Burası tek yönlü yol ve benim yolum. Senin geri çekmen lazım.
–    Uzatma da, geri bas.

Ben arabanın kontağını kapattım, el frenini çektim ve ellerimi göğsümün üzerinde kavuşturarak, hiç bir şey söylemeden beklemeye başladım. Şoför, kabalığını artırmaya başladı. Ben sakin sesle uyardım:

–    Bu saatte senin işin benimkinden daha acele olmalı. Eğer zamanına önem veriyorsan geri git. Yoksa ben burada saatlerce beklerim.
–    Ulan, bela mısın be! Ben buranın kaç yıllık şoförüyüm. Adamı doğduğuna pişman ederim. (ve yazamayacağım bazı ilave sözler)
–    Bu söylediklerini yapmakta çok kararlıysan, hemen yolun ucunda bir polis var. Gel beraber gidelim, derdini ona da anlat.” diye sakince konuştum.

gecis-hakki-1

Taksi şoförü, benim sakin kararlılığımı görünce, söylenerek arabasını geri aldı. Yanından geçerken, o bana küfrediyordu; bense ona:

–    Bak bugün yeni bir şey öğrendin” diyordum, “zamanın değerini.”

Bu olayı da arkadaşlarıma anlattım. Tıpkı, Zaman Satmak 1‘de olduğu gibi değişik tepkiler aldım. “Taksi şoförüyle uğraşılmaz. Ben olsam hemen geri alırdım” ile başlayıp, “Doğru yönde giden ben olduğum zaman, hayatta geri çekilmezdim. kabalığının cezasını da aynı şekilde verirdim” ile biten geniş yelpazede her şey söylendi.

İçlerinden biri sordu:

–    Senin acelen olsaydı ne yapardın?
–    İlk önce benim haklı olduğumu söylerdim. Ama, adamın inatlaştığını görünce, hemen geri alırdım ki, daha fazla zamanım kaybolmasın.
–    Kimin haklı olduğunu, acelesi olmak mı belirliyor?
–    Hayır, kimin haklı olduğunu kurallar ve trafik işaretleri belirliyor. Zaman sıkışıklığı, yalnızca kimin taviz vermesi gerektiğini belirliyor.
–    Olmaz öyle şey. İnsan ya haklıdır, ya da haksız.

Arkadaşıma, haklı olmak veya olmamak konusunda hiçbir şeyin değişmediğini anlatamadım. Haklılığımı kanıtlamak için geçireceğim zamanın değeri, bu zamanın alternatif kullanımından daha az ise alternatife yöneleceğimi; aksi durumda, zaten işim yoksa ve zamanım fazlaysa, bu arada bir taksi şoförüne ders vermenin beni mutlu edeceğini söyledim.

Bir çok kişi için, haklı olmak yeterli nedendi. Oysa, haklı olduğunu karşısındaki de biliyordur. Demek ki önemli olan, ona kabul ettirdiğini bilmenin değeri söz konusu olmalı. Üstelik bu değer, alternatifinden daha fazla ise anlamlıdır. Yoksa yine zaman boşa harcanmış olur.

Haklı olduğunu karşı tarafa tartışmasız bir şekilde kabul ettirmenin alternatif maliyeti de öğrenilmesi gereken kavramlardan biridir aslında… Bir arkadaşımla şehirlerarası yolda hızla giderken, karşıdan gelen arabaya doğru aniden direksiyonu kırdı. Şoförler arasında “kafa gösterme” denen hareketi yaptı.

Kızgınlıkla haykırdım:

–    Ne yapıyorsun?
–    Kendi yolundan gitsin.

“Bak” dedim, “şehirlerarası yolda giderken çarpışan iki arabadan çıkarılan dört cesetten haklı olan yerine, geçip giden arabadaki hakkı yenilen canlı olmayı her zaman tercih ederim. Üstelik, geçiş hakkı, kesinlikle uğrunda can verilecek haklardan biri değildir.

Bir çok olayda, haklı olmak yetmez. Akıllı olmak da gerekir. Aklın en önemli ölçüsü de, alternatif bedeli iyi bilmektir. Üstelik zaman, en önemli bedellerden biridir.

1996

16 Eylül 2014 Salı

İşimiz Zaman Satmak – 1 (Sen istedin abi)

Bir yaz akşamı, işyerinden bir arkadaşla deniz kıyısında oturmuş, içkilerimizi yudumlarken laflıyorduk. Sekiz – on yaşlarda bir çocuk geldi ve “abi, bir sakız alın” dedi. Zamane dilencileri, açıktan para istemeyip, “bir iş yapıyor ve karşılığını istiyor” gibi davranıyorlar. zaman-2

Çocuğa,

–     Sakızın tanesi kaç lira?” diye sordum.
–     İki lira, abi.
–     Eğer şurada, onbeş dakika hazırolda durursan bir tane alırım.
–     Peki!

Çocuk, bizi kendisinden ve yoldan ayıran çitin diğer tarafında hazırola geçip, gözlerini bize dikerek beklemeye başladı. Arada sırada “Daha onbeş dakika olmadı mı?” diye soruyordu. Garson, “müşterileri rahatsız ettiği” gerekçesiyle çocuğu uzaklaştırdığında, gidip az ilerde yine hazırola geçip bize bakıyordu.

Yanımdaki arkadaş,

–     Ne kadar gaddarsın. Ufacık çocuğa eziyet çektiriyorsun” dedi.
–     Şimdi ona çok önemli bir ders vereceğim.
–     Bu kadar beklettikten sonra, sakın almamazlık etme!
–     Bugünkü dersin konusu, insanlara güvenmek ya da güvenmemek hakkında değil. “Babana bile güvenme” dersini herkes verebilir. Benim amacım, bir başkasından kolayca alamayacağı bir dersi vermek.
–    Nedir o?.
–    Bu çocuk, bir tane sakız satmak için onbeş dakika bekliyor. Eğer düşünürsen, onbeş dakika burada bekleyeceğine, en az iki-üç tane sakız satabileceğini bulursun. Onun beklemesinin nedeni, yaptığı işi yanlış tanımlaması. O kendisini sakız satıyor zannediyor. Oysa, zaman satıyor. Bugün sakız, yarın mendil, yağmurlu günde şemsiye olabilir. Bu durumda, sakızın hiç önemi yok; o çocuk, birim zamanda daha çok para toplamak peşinde olmalıydı.
–    Haklısın.

Onbeş dakika sona erdiğinde,

–    Gel bakalım. Sakız alacağız ama, sen de bir kaç dakika bizi dinle.” dedik. “Burada, onbeş dakika içinde kaç tane sakız satabilirdin?”
–    Üç-dört tane…
–    Öyleyse neden bekledin?
–    Sen istedin abi!.
–    Yavrum, senin için önemli olan para kazanmak değil mi? Onbeş dakika sonra benim yalnızca bir tek sakız alacağımı biliyorsun. Beklemesen üç-dört tane satacakken beklemenin bir alemi var mı?
–    Ama… Sen istemiştin abi.
–    Saat akşamın dokuzu. Ben işten çıkmışım, acele işim yok. Yani keyif içindeyim. Oysa senin sakız satman için en uygun zaman şimdi. Böyle bir zamanda, adamın birinin keyfi olacak diye bekleyeceğine, gidip üç-dört tane satmaya çalışsan daha iyi olmaz mıydı?
–    Beklememi sen söylemiştin abi.

Bu çocuğa anlatmak istediğimiz dersi veremeyeceğimiz açık olduğu için daha fazla üstelemeyip, sakızı aldık. Ancak, olay üzerinde biraz daha kafa yorduk.

Akşam eve gittiğinde, babası “neden az para getirdiğini” sorunca, “adamın biri bekle dedi” diye söyler miydi?.. O söylese, babası bir tokat vurup, “ulan, elin adamının keyfini yettireceğine neden kendi işine bakmıyorsun?” diye sorar mıydı?.. Eğer bu çocuk, öğrenmesi gerekeni o tokattan sonra öğrenecekse, o bile bir kârdı. Ama, “ödül ve ceza” olmaksızın öğrenememesine ne demeliydik?

Üstelik, babasından tokadı yediğinde, “bir daha bekle derlerse beklememeyi” öğrenecekti. Oysa, benim amacım zamanın değerini ölçmeyi öğretmekti. Kendisine “onbeş dakika bekle” diyene, “dört sakız alırsan beklerim” demeyi öğrenmedikçe, aslında öğrenmiş de sayılmazdı. Demem o ki, “ödül ve ceza” ile öğrendiğinde de yanlış öğrenme ihtimali daha fazlaydı.

zaman-1

Bu olayı anlattığımda, çocuğun konuyu anlayacak bilinçte olmamasını, onun “daha çocuk” olmasına bağlayan bir çok kişi oldu. Bu kişiler, bana “ne kadar gaddarsın” dediler; “akşamın saat dokuzunda, deniz kıyısında içkini iç be kardeşim; ona buna ders vermeye niye kalkıyorsun?” dediler; “bari üç tane sakız alsaydın” dediler… Çok önemli bir dersi anlatmaya çalışmamı gözardı edip, çocuğun zavallılığıyla eğlenen bir manyak olduğumu söyleyen oldu. Hatta, “senin istediğini yapmak da onun hizmet anlayışının bir parçası” diyen bile oldu.

😛

Aslında, profesyonelin sattığı şey, ya şimdiki zamanıdır, ya da geçmiş zamanını vererek edindiği tecrübelerdir. Kısacası, bizim asıl işimiz zaman satmak.

.

1995