12 Kasım 2013 Salı

Bir sosyal figür

Likemind’lar sırasında tanışmıştım. Girişken yapısı, aile şirketini çağa uygun duruma getirme çabası hoşuma gitmişti. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Kurumlaşma (dikkat edilirse kurumsallaşma demiyorum) ama aileyi üzmeden dönüşüm üzerine bazı akşamlar saatlerce yazıştık.

“Oğlum kadar değilse de, yeğenim gibi severim” diyordum. Hemen her çabasına destek olmaya çalıştım. Toplantılar düzenledi, ilk ben gittim. Birçok kişiyi de katılmaya ikna ettim. Yalan yok, orada renkli insanlarla da tanıştım.

Onun blog sitesine yazdım. (Sitesinin özgünlüğü korunsun diye, kendi siteme ancak 3 – 4 hafta sonra ekledim.)

Bu arada onun hakkında birçok şey söylenmeye başladı. Şaibeli ödüller, herkesi kullanma merakı, anlaşılmayan bazı topluluklarla ilişkiler…  Hiç aldırmadım, aksine onu savundum.

🙁

Günlerden bir Cumartesi… İstanbul’da hava berbat. Takvime göre onun etkinliği olacaktı ama kendisi de şehir dışında. Etkinlik düzenlenmeyecek haberi geldi.

Aynı saatte, yakın bir yerde eşimin yönettiği panel vardı. Anadolu yakasından yola çıktık. Yolda telefon geldi.

–    Uğur abi, XYZ üniversitesi Pazarlama kulübü öğrencileri şu anda İstanbul’da. Seninle tanışmayı da çok istiyorlar.  Şu saatte şurada olacaklar. Ben de yoldayım. Birbuçuk – iki saate kadar gelirim.

Eşimin panelini söyledim. Ama çok ısrarcıydı.  “Gençler benimle mutlaka tanışmak istiyorlardı”. “Yeğenim kadar sevdiğim” kişiyi kıramadım. Gençlere belki bir faydam olur diye şartlı olarak kabul ettim. Öğrenci kulübü başkanının telefon numarasını aldım. Aradım, konuştuk.

E-ticaretin önde gelenlerinin katıldığı ve eşimin yönettiği 2 saatlik bir panel olduğunu, katılmalarının bilgi birikimi açısından çok faydalı olacağını söyledim. “Biz “abimizi” arayalım” dediler. Sonra bana döndüler ve toplantının yerinin ve saatinin değişmeyeceği konusunda “abi”nin ısrarlı olduğunu söylediler.

Kuşkulandım. Yine de “Peki” dedim.

Saatinde oradaydım. Kulüp başkanını aradım. Yakında bir AVM’de geziyorlardı. “15 dakikaya geliriz” dediler. Kitabımı açıp okuyarak bekledim.

Kızlı erkekli birkaç tane gencin geldiğini gördüm. Tam karşılarında oturuyorum. Beni görmemeleri imkansız. Sağa sola baktılar, yanımda durdular… Sonra telefon etmek akıllarına geldi. Bu süre içinde ben telefonumu sessize aldım. Önceden kulağıma götürdüm ve zaten telefonla konuşuyormuş gibi bekledim.

Zil sesini duyunca açtım. Telefon çalınca hareket eden biri var mı diye baktılar. Hiç kimsede değişiklik yok. Şaşırdılar. Ama konuştuk.

–    Uğur bey, merhaba.
–    Merhaba
–    Biz geldik.
–    Ben zaten oradayım.
–    Sizi göremedik.
–    Tam karşınızda, size 3 – 4 adım mesafede oturuyorum.
–    …

Gençler sağa sola bakıyorlar. Elim ile kulağım arasındaki telefonu göremiyorlar. Ortada bir şaşkınlık dalgası esti.

–    Benimle görüşmek istemişsiniz, yanıma gelin.
–    …

Resmimi bir kez gören biri bile, oradaki az sayıda kişi arasından beni fark ederdi. Beni hiç ama hiç tanımadıklarını, yani “beni görmek için hiç de ısrarlı olmadıklarını” anladım.

Neyse gençleri çağırdım. Sohbete tahmin edeceğiniz sorularla başladım. Aldığım yanıtlar ilginçti. Çocuklar beni hiç tanımıyorlardı.

  • Bunda hiçbir sakınca yok. Zaten internette şöhret olup herkes tarafından tanınmayı bekleyenlere hayretle bakıyorum.

Beni tanımıyorlardı ama onlara “abi”leri, “sizi Uğur Özmen’le tanıştırayım. Onunla mutlaka tanışmalısınız” diye kıyak yapıyordu. Beni onlara, onları bana satmış, kendisi ortadan kaybolmuştu.

“Hazır beni tanımıyordunuz, neden e-ticaret konulu toplantıya katılmak istemediniz. Ne güzel bilgi alırdınız?” diye sorduğumda “Abi’nin buluşmanın kesinkez o yerde ve saatte olması” için ısrarlı davrandığını söylediler.

O anda buna takılmadım. Yine ezber bozan tavrımla bütünleşik pazarlamaya farklı yönden bakmayı anlatmaya çalıştım. Aradan 2 – 2,5 saat geçti. Gelen giden yok. Aradım, hâlâ İstanbul’a gelmesine 2 – 2.5 saat kalmıştı.

Neyse 2,5 saatlik sohbet sonunda gençlerin yanından ayrılıp eşimin olduğu yere gittim. Birlikte eve döndük.

🙂

Daha sonra sosyal mecralardan gördüm ki,
–    Bana “birbuçuk – iki saate kadar” dediğinde zaten yalan söylemişti; İstanbul’a çok daha sonra ulaşacağını biliyordu.
–    “Buluşma kendisi yokken bile XYZ üniversitesi öğrencileri ile yapıldı” diye mesajlar attı.

Mesele onun etkinliğinin MARKAsıydı. Yeri değiştirmemesinin nedeni buydu. Çocukların daha fazla bilgilenmesi de pek umurunda değildi. Ben de kullanılmıştım.

Kullanılmak başıma ilk defa gelmiyordu.  Profesyonel hayatımda birkaç kere karşılaşmıştım.

😉

Bu sefer neye kızacağıma karar veremedim:

  • Kullanılmış olmaya mı?
  • “Yeğenim kadar severim” dediğim adamın bunu yapmasına mı?
  • Onun hakkında bin türlü konuşulurken benden başka herkesin haklı çıkmasına mı?

(Aslında yukarıdakilerin hepsi aynı şey)

😛

Yazmazdım ama… Bugünlerde başkalarına ahlak, insanlık ve dürüstlük satıyor da…

😉

 

 

Etiketler: , , ,

Kategori: yaşamın içinden

“Bir sosyal figür” yazısına şu ana kadar 24 yorum yapılmış:

  1. Uğur Bey Merhaba

    Çok şaşırdım şuan okuduklarıma çünkü benim ve Biga Girişimciler Topluluğunun sizinle yaptığımız etkinliği anlatmışsınız. Önce kendimi tanıtayım, şu anda bir özel bankada çalışıyorum, öncesinde üniversite kulübümle etkinlikler düzenledim.

    Yazınızda birtakım yanlış hatırlamalar var, ama yazıyı bu noktalar üzerine kurduğunuz için bu hatalar çok önemli hale gelmiş.

    Kendisinden bahsettiğiniz kişinin adını ben de yazmayacağım, çünkü yazıda haksızlık etmişsiniz ve bu haksızlığın altında kendisinin adını yazmak istemiyorum.

    1- O günkü etkinlik o abimizin marka etkinliği değildi. Biz o gün Çanakkale’den Markafoni ile firma ziyareti için geldik. 40 civarı kişiydik, sayıyı tam hatırlamıyorum. İstanbul’a geldiğimizde Markafoni’nin yetkilileri bize etkinliği iptal ettiklerini söylediler ve kelimenin tam anlamıyla ortada kaldık. Bu etkinlik için saatlerce yol gelmiş arkadaşlarımı kendilerini geliştirme yolculuğuna küstürecektim, söylenmeye başlamışlardı.

    Bize konferansa gelişinden tanıdığımız bir abimizi aradım, durumu anlattım. Ankara-İstanbul yolunda olduğunu söyledi. Sizi ona ben hatırlattım, çünkü konferansta sizden ve blogunuzdan bahsetmişti. O da sorup döneyim dedi. Sizinle görüştükten sonra bana döndü, yeri tam hatırlamıyorum “.. yere gider misiniz?” diye.

    Sabahtan beri yürüye yürüye gezdirdiğim ve yorgunluktan her biri bir yerlere çökmüş 40 kişiyi oradan başka yere götürmem olanaksızdı. Aynen böyle anlattı. O yol halinde bizimle uğraşmak zorunda değildi, uğraştı ve bir telefon trafiği sonucu ayarlamayı yaptı.

    Ben sizi kendisinden duyduktan sonra takip etmeye başlamıştım, gruptaki arkadaşlarıma da yaptığınız ilkleri anlatmıştım. Sizi elbet yüzyüze tanımıyorlardı ama merak ettiler. Ben de başka biriyle değil sizinle görüştürmek istedim.

    Sizi ben tanıyamadım çünkü o dönemde sizin hep http://wolkanca.com/wp-content/uploads/i/2009/04/ugur-ozmen.jpg bu fotoğrafınız, simsiyah saçlı halinizi görmüştüm. Siz ise saçsız ve kır top sakalla geldiniz.

    İşin bu kadar içinde olmasam bu yorumu da yazmazdım,zaten sözünü ettiğiniz kişiyi de görmeyeli 2, konuşmayalı 1 yıl olmuştur.Ama haksızlık etmişsiniz,kötü niyetle değil,önyargı ve peşinhükümle kendi kurduğunuz düşünceye inanmışsınız.

    Ayrıca bana “yetişebilirse sonuna yetişmeye çalışacağını” ya da bu mealde bir şey söylemişti. Siz de geldiğinizde “.. yetişebilirse sonuna geleceğini söyledi” demiştiniz. Ankara istanbul yolunun 5 saat olduğunu düşünürsek, zaten yolda olan biri için “yetişebilirsem geleceğim” demesi ve hatta gelememesi bize garip gelmemişti, ama size garip gelmiş.

    Kısacası bize o gün gerçekten abiliğini yaptı, yolda aradığımız halde bize “ne haliniz varsa görün” demedi. Başkaca da çok abiliğini gördüm, inkar edemem. Mesela bizim okuldaki bir kulüple rekabetimizden dolayı 2 hafta üstüste Çanakkale’ye davet edildi, iki kulübü de kırmamak için 1 haftada 2 kere ve ikisinde de ücret almadan geldi.

    Lütfen kızmayın ama kendisini tanıdığım kadarıyla eğer sizin yaşadığınızı yaşasaydı, eminim ki kafasında kurmak yerine gelir, ordaki gençlerle çok keyifli bir etkinlik yapardı. Kendisi de keyif alırdı, benim kulüpten arkadaşlarım da keyif alırdı.

    Umarım bu yazımı yayınlarsınız, çünkü gerçekten suizan hiç güzel bir şey değil sizin yaşınızda ve olgunluğunuzda birinin olayları kendi yorumlarına göre yazması ve bir insanı yargısız infaz etmesi çok üzücü.

    Forma yazdığım eposta adresim aktiftir, eposta ile de ulaşabilirsiniz bana. Çünkü gerçekten benim sebep olduğum bir olaydan dolayı böyle bir üzücü sonucun çıkması beni çok üzdü, işin aslını anlatmak istedim.

    Eminim siz de beni okuyunca anlayacaksınız, olaylar her zaman dışarıdan göründüğü gibi olmuyor madalyonun öbür tarafına da bakmak gerekiyor.

    Saygılar

  2. Hasan Basri Demir,
    Önce senin yazdıklarını aynen ekleyeyim:

    Sizinle görüştükten sonra bana döndü, yeri tam hatırlamıyorum “.. yere gider misiniz?” diye.
    Sabahtan beri yürüye yürüye gezdirdiğim ve yorgunluktan her biri bir yerlere çökmüş 40 kişiyi oradan başka yere götürmem olanaksızdı. Aynen böyle anlattı.


    İşte doğru anlamlandırmanın eksik olduğu yer burası.
    Sizin arkadaşlar Cevahir’den çıkıp Astoria’ya gelmeden önce seninle bunları konuştuk. “Bizim kıpırdayacak halimiz yok. Astoria’ya bile gidemezdik” deseydin, haklı olabilirdin. Ama Astoria’ya gelmiş olduğunuzu unutmayalım. “Bunun üzerine 5 dakika bile yürüyemezdik” deyince, yukarıdaki iddia kendiliğinden çürüyor.
    .
    Bir nokta daha var. Sen liderliğini yaptığın 40 kişinin arasındayken ne kadar yürüyecek durumda olduğunu bilmediğini, “o abinin” “aynen böyle anlattığını” söylüyorsun.

    Ben sana 300 km uzaktan “Siz ancak 15 dakika yürüyebilir ve tam şu saatte, tam şurada olabilirsiniz. Daha çok 5 dakika bile gidecek mecaliniz YOK.” desem anlamlı bulacak mısın?

    Bunun yanıtını bekliyorum.

    * * * *

    Ben “şurada işinize yarayacak, bilgi birikiminizi arttıracak bir ekinlik var” dedikten sonra “Gelip gelmeyeceğimizi abimize soralım, biz abimizi arayalım” yanıtını nasıl anlamamı bekliyorsun.

    Bunun da yanıtını bekliyorum.

    * * * *

    Benim o fotoğrafımı görüp (ki en az 15 yıllıktır) şimdiki şeklimi tanımamak çabası takdire değer. Daha dün, 30 yıldan beri görmediğim bir arkadaşım ilk görüşte tanıdı. (ki o zaman resimdeki gibi dökülmüş saçlı da değil, omuzlarımda saçlarım vardı)
    O resme bakıp bugünkü Uğur’u çıkaramamak için daha sağlam bir gerekçe olmalı.

    * * * *

    Demişsin ki “eğer sizin yaşadığınızı yaşasaydı, eminim ki kafasında kurmak yerine gelir, ordaki gençlerle çok keyifli bir etkinlik yapardı. Kendisi de keyif alırdı, benim kulüpten arkadaşlarım da keyif alırdı
    Geldiğimde öyle yapmadığımı mı söylemek istediğini açıklar mısın.
    .
    Bazı arkadaşlarının ertesi günlerde o sohbet için yazdığı yazılara bakarsan, “onların da çok keyif aldıklarını, birçok olguya daha sorgulayıcı bakmayı öğrendiklerini ve bundan çok memnun olduklarını” yazdıklarını göreceksin.

    😉

    Demem o ki, bu kadar fazla taraftarlık yapmak yerine, arkadaşlarının o günlerdeki yazılarına göz atarsan, kendi suçlamalarının ardındaki doğruyu bulursun.

    * * * *

    Her nedense yazılarıma karşı çıkanlar “sizin yaşınızda ve olgunluğunuzda birinin olayları kendi yorumlarına göre yazması ve bir insanı yargısız infaz etmesi çok üzücü” cümlesini sıkça kullanırlar.

    Oysa en az 10 tane yazımda genelleme yapmanın sakıncalarından bahsediyorum. Bu cümle de tıpkı bir üst bölümde üzerinde durduğum (arkadaşlarının keyif aldığı ve çok şey öğrendiklerini yazdığı) konusu gibi, yine taraftarlık kokuyor.

    * * * *

    Tüm yazdıkların, ertesi gün “Ben yokken de … etkinliği yapıldı” mesajlarını gözardı etmeye çalışmayı gerektiriyor.

    Hiç değilse yazdığımı bir bütün olarak okuyup, bahsettiğin ön yargı ve taraftarlıktan arınmış biçimde sadece gerçekleri yazsaydın. http://ugurozmen.com/yasamin-icinden/gercegi-sadece-gercegi Oysa 2 cümle gerçek yazmışsan, 3 cümle yargılarını eklemişsin.

    Dikkat ediyorsan yazımda gerçekler ve yargılar ayrı yazılmış araya yedirilmeye çalışılmamıştır.

    * * * *
    Son olarak bir konuyu (gerçeği) daha ekleyeyim. Bana kim olduğunu sorana yanıt vermiyorum. Ama onlarca kişinin sadece tek bir isim söyleyip doğru ismi tahmin ettiğini, bunların çoğunun “benzerini bize de yaptı, bizi kullandı” dediğini de ekleyeyim.

    * * * *

    Sen yine taraftarlık yap ama gelecek yanıtında gerçekler ile duygu ve yargılarını birbirine yedirmeden yaz.

    Ben yayınlamaktan çekinmem.

  3. Uğur Bey Merhaba

    Şu anda mesai saatim, aslında şuan yazmamam gerekiyor ancak; yazdıklarımı yanlış anlamışsınız.

    Kendisi bize “mecaliniz yok” nasıl diyebilir ki? Kendisi bana “şuraya gidebilir misiniz?” dedi, ben de “Abi, bu kadar insanı uzak bir yere götüremem, inanılmaz yoruldular” diye cevap verdim. (Aynen böyle anlattı(m) olacaktı o cümle)

    Ben o gün itibariyle İstanbul’da yaşayan biri değildim, Cevahir-Astoria mesafesini bilemezdim, oradaki kargaşa bundan kaynaklı. İşte yine herkesin her şeyi eşit olarak bildiği varsayımından yola çıkıyorsunuz ve bu varsayımlar size hatalı sonuçlar çıkarıyor.

    Fotoğraf konusunda ben o zamanki durumu söyledim, gerçekten de tanıyamadım. Ha başkası bebeklik halinizi bilir de 50 yıl sonra tanır, onu bilemem. Ben size olduğu gibi anlattım, tanımamış olduğumuza inanıp inanmamak size kalmış. Ben doğruyu, hakikati söylemekle mes’ulüm. Siz de sağ olun, yayınlıyorsunuz yorumlarımı, okuyanlar doğruyu anlamış olur.

    İnsanların keyif almaları vs. konularında da bu da kişiye göre değişir, ilgi alanlarına göre, sizden aldıkları enerjiye göre bazıları beğenir, bazıları beğenmez, bazıları sizden bir şeyler alır, bazıları alamaz. Bunun da ispatlık bir yanı yok, ne ben o gün kötü olduğunuzu ispatlayabilirim, ne siz iyi olduğunuzu.

    Çok soyut şeylerden, çok “kişiye özel” yorumlar ve yargılardan yola çıkmışsınız. Bu yüzden de ayrıca üzüldüm. Konu benimle alakalı olmasa hayatta dahil olmazdım.

    Diyorum ya, konuşmayalı 1 yıl, görüşmeyeli 2 yıl oldu. Bizim yaşadığımız, yaşattığımız bir olaydan dolayı birinin, gıyaben ve tek taraflı yargılanmasını istemedim.

    Diğer konuları bilemem, kimsenin avukatı olarak burada değilim ancak “şaibeli ödül” demişsiniz, ödüllerinden birini okul olarak biz verdik ve kendisinin de dahil olduğu x sayıda (sayıyı tam hatırlamıyorum) girişimci arasından 1000’in üzerinde öğrencinin verdiği oylarla seçildi. Diğerini de zaten Türkiye’nin en büyük ve önemli işadamları derneği verdi. İkincisinden şüpheniz olursa bilmem ama ilkinin bizzat şahidi benim, anket yapıldı, oylar sayıldı ve kendisine ödülü bu şekilde verildi. Cümle içinde değinip, hızlıca geçivermişsiniz ama onun da cevabını hakkaniyet çerçevesinde vermek istedim.

    İçinde bizzat olduğum konulardaki “gerçeklerdir” bunlar benim yorumlarım değil. Benim bizzat içinde olmadığım hiçbir konuda yorum yapmıyorum, kimsenin avukatı da değilim.

    Tekrar iyi günler dilerim

  4. Mahmut Ekrem :
    13 Kasım 2013
    5:18 pm

    Maalesef bu yazıyı okuduktan sonra pek çok kişinin aklında tek bir isim canlanacak. Çünkü bu tarife uyan tek bir insan var.

    Uğur Abi, burada benim şaşırdığım şey şu aslında: Bu kadar uzun süre mevzu bahis insanın bu nitelikte olduğunu nasıl oldu da farketmediniz?

  5. Hasan Basri Demir,

    Sizin grubunuzla bir araya geldikten sonra, ilk 3 – 5 dakika beni ne kadar tanıdığınızı sorguladım. Sonra sohbet ettik. Bir çok arkadaşın ertesi gün sosyal mecralarda olumlu izlenimlerini paylaştı. Bu nedenle “ne ben o gün kötü olduğunuzu ispatlayabilirim, ne siz iyi olduğunuzu” cümlen yerini tutmuyor. Bir çok arkadaşın çok yararlandığını yazdığına göre, bu ithamın bir suçlanma duygusundan mı kaynaklanıyor acaba?

    😉

    Seni aradığımda “önce o abiye sorayım” dedin. Sonra bana dönüp “abinin o saatte ve o adreste olmasını istediğini” söyledin.

    Benim kuşku duymama neden olanlar bu cümleler. Madem sana kimse yanındakilerin ne kadar yorulduğunu söyleyemezdi, neden bana yanıt vermeden önce ağabeyine sordun. Neden bana “o saatte ve o yerde olmasını istediğini” söyledin.

    😉

    Ayrıca, eğer bana “Bir adım bile gidecek halimiz yok” deseydin, başka şekilde davranırdık. Ben Cevahir’e gelirdim. Astoria’ya geldikten sonra 10 dakika daha yürüyüverirdim.

    Neden saat 15.00’de ve Astoria’da olması gerektiğini söyledin? Sahi, madem o kadar yorgundunuz, neden Cevahir’de değil de Astoria’da buluştuk?

    😮

    Üstelik madem öyle değil, neden ertesi gün “Ben yokken de aynı yerde ve saatte yapıldı” mesajlarını gördük?

    😉

    Bir ekleme daha yapayım: E-Ticaretin önde gelen 4 kişisini dinlemek yerine, beni ısrarla tercih ettiğini yazdığının farkında mısın?

    Yazdıkların (nasıl gerçeklerse) hiç tutarlı değil.

  6. Mahmut Ekrem,

    Birçok yazımda belirttiğim gibi, insanlar konusunda bu ilk yanılmam değil, son yanılmam olacağını da sanmıyorum.

    Samimi görünenlere çabuk inanıyorum.

    🙁

    Üstelik çevremdeki bir çok kişinin uyarısına rağmen ayılMAmakta ısrarlı olduğumu, onu her fırsatta savunduğumu da yazmıştım. Zaten sonra “acı gelen” de bu durum. Herkesin “Bak, gördün mü?…” demesi.

    🙁

    İnsanlara kuşkuyla yaklaşmayı öğrenemedim, öğrenemeyeceğim de…

  7. Yazıyı ikinci sınıf Türk filmlerine benzettim. Daha yazının başında katilin kim olduğu belli oluyor. 🙂

  8. Melih Güney,

    İkinci sınıf Türk filmine benzediyse, benim kurgulama hatam olmuştur.

    🙂

    Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabının başında kim, kimi, neden, nerede ve nasıl öldürdü diye anlatır.

    Yine de kitabı sonuna kadar merakla okursun.

    😉

    Özetle filmi beğenmediysen, benim becerilerim yetersiz olduğu içindir.

  9. Zaten sinema izleyicisiyle sinema sever arasında ki fark bundan kaynaklanmıyor mu? Sinema izleyicisi sonunu öğrendiği bir filmi izlemez. Sinema sever ise daha bir merakla izler. Neyse ki ben sinema sever bir insanım. Yazınızı zevkle okudum.:)

  10. Uğur Bey Merhaba

    14 yıllık bir psikologum. Kişiyi tanımadığım için rahatlıkla yazıyorum, sizi de üç dört aydır takip ediyorum. Bu yazı ilgimi çekti, psikoloji ile çok ilgili bir yazı çünkü

    Birincisi sonuna “ahlak, insanlık ve dürüstlük” sattığını söylemişsiniz. Çok ağır buldum. Bu kadar keskin olmamak gerektiğini düşünüyorum.

    Yazdıklarınızdan insanlıktan nasibini almamış, ahlaksız ve nâdürüst biri olduğunu çıkarmıyorum. Sizin söylediklerinizin hepsi doğru ise ve yukarıda yorum yazan Hasan Bey in yazdıklarını hiç okumasam bile çok ağır yazmışsınız.

    Eğer bu buluşturmadan kızdığınız kişi bu işten maddi gelir elde ediyor ise bu ayıp, ama Hasan Bey’in söylediği üzere eğer 40 kişi ortada kalmasın diye ise beni rahatsız etmedi.

    Onun dışında şaibeli ödül, anlaşılmayan gruplarla ilişkiler demişsiniz, Türkiye’de ödüller her zaman şaibelidir, ya alan şike yapmıştır ya da (ki bu daha büyük bir orandır) şaibe atfetmiştir. Eğer bildiğiniz bir şey varsa açıklamanız gerekir, naklediyormuş gibi yaparak suçlamışsınız. Ben kişiyi tanımıyorum ama yorum yazan arkadaşlar tanımışlar, eğer o dediklerinizi yapmadıysa yaptığınız doğru değil demektir.

    Kısacası, bir psikolog olarak bu yazdıklarınızın altında ciddi bir hazmedememe ve sebepleri farklı olan bir hırsa başka sebepler bulma çabası sezdim.

    Bu yazıyı bookmark’larla ekledim. Yorumları ve sizin yorumlarınızı dikkatle takip etmeye devam edeceğim. Bir tek soru soracağım, yazı konusu (eski) arkadaşınızın yaşını merak ettim.

  11. Değer Altıok,

    Kim olduğunu hemen tahmin eden yirmiye yakın kişi, doğrudan mesaj gönderip “benzerini bana da yaptı” diyen ondan fazla kişiyi düşününce, sizin 14 yıllık psikolog olarak düşüncenize göre biz “hazmedemeyenler” veya “farklı bir hırsa sahip olanlar” oldukça fazlayız anlaşılan.

    Beni 3 – 4 aydır takip ettiğinize göre hakkımda epey fikir sahibi olmuşsunuzdur. Farketmişsinizdir, bir unvan / meslek konuşulduğunda bilimsel yaklaşımdan yanayım. 3 – 4 aylık çıkarımlarınıza göre diğer özelliklerimi paylaşırsanız çok sevinirim.

  12. Merhaba,

    Değer Bey, herkes kişiyi,meseleyi gayet iyi biliyor.

    Bence bilmeden yorum yapmanız yanlış olmuş.

    Ayrıca bence yazının temel muhatabı bu kişi ve bizleriz.

    Hocamız burada kendisinin çok daha önce ifşa edilmesi gereken kişiyi bizlerin gözüne sokarak ifşa etmiştir.

    Hata da bir anlamda bizdedir. Aman bulaşmayayımcılık bizi buraya getirmiştir.

    Tebrikler Hocam,saygılar,selamlar.

  13. Merhaba. İlginç bir konu üşenmedim okudum.

    Ugur Bey iki sorum var 1. si neden isim vermediniz?

    2. si birkaç yerde 15-20 kişinin sizi arayıp “bize de aynı muameleyi yaptı” dediğini yazmışsınız. Bu kişiler bu yazıdan görüp de sizi aradıklarına göre, neden hiçbirinin ismiyle cismiyle yorumunu göremiyoruz? “Evet, Uğur Bey haklı biz de aynı kişiden dertliyiz” demiyorlar.

    Ayrıca benim anlamadığım sizinle o gün etkinliği yapan kişi, yani olayın asıl müsebbibi olan Hasan Bey de konuya dahil ve kendisi olayın aslını anlatmış. Onun olayın aslını anlatmadığını mı düşünüyorsunuz? Empati yapıyorum, ben böyle bir konuda sebep olsam, eğer suçlanan kişi haklıysa asla araya girmem. Beyefendi bangır bangır, kızdığınız kişinin bu konuda hatası yok demiş, siz “hayır var” diye ısrar etmişsiniz.

    Hasan Bey neden yalan söylesin, benim mantığım almıyor. Ki mesela Niyazi Demir gibi isminin üzerinde “——-” şeklinde link değil, gayet de kanlı canlı kişisel facebook hesabının linki var, yani gerçek kişi olduğu aşikar.

    Bu konuda isim yazmayışınızı kusura bakmayın bir yere bağlayamıyorum. Çekindiğiniz bir şey mi var.

  14. Gülşen Akdağ,

    O arkadaşlar isimlerini belirterek yorum yapmak istemeyebilirler. Diğer sosyal mecralarda kısmen de olsa ne düşündüklerini vurgulamış olanlar var. (Araştırırsanız görürsünüz.) Ben doğrudan mesaj gönderenlerin hiçbirine “neden şimdiye kadar bir şey yazmadınız, söylemediniz” deme hakkını kendimde bulmadım.

    Diğer yandan, onlar adına bayraktarlık yapmak için de yazmadım. Son cümlelerde dediğim gibi “hiç yazmazdım ama…”

    .

    Hasan Basri Demir’in inkar etmediği / edemediği şu ayrıntıyı gözden kaçırmayalım. “Madem 40 kişi o kadar yorgundu, neden Uğur bey siz Cevahir’e gelin demedi. Onun yerine belirtilen saatte ve yerde olmak için ısrar etti.

    Bu soruya yanıt bulursak, kimin doğru söylemediği anlaşılır.

    .

    İsim yazmamaya gelince… Benim tercihim o yönde. Belki dediğiniz gibi “ismiyle cismiyle yorum yapmaktan çekinenlerle” bazı endişeleri paylaşıyorumdur.

    Onlara hak veriyorum.

  15. Uğur Bey,

    Böyle basit noktalara takılmanızı anlayamıyorum. Yukarıda izah ettim ama anlatamamışım demek ki. İşlerimin yoğunluğundan da çok fazla bakamıyorum ama bir açıklama daha yapayım, aklınızda madem sadece bu soru işareti kaldı, yardımcı olayım.

    Biz Astoria ile Cevahir mesafesini, nasıl gidildiğini bilemediğimiz için sizin tabirinizle “abimize” sorduk. Ancak sizi Ataşehir’den Astoria’ya getirttiğimiz için bir de üstüne Cevahir’e gelin diyemedik. O yüzden bize kendisi rica etti Astoria’ya gidin diye. Hatta telefonda nasıl gideceğimizi ve ne kadar mesafe yürümemiz gerektiğini bile anlattı. Bizim Astoria’ya gelme nedenimiz sizi ayağımıza getirtmiş duruma düşürmemekti. Ama işte, anadoluda iyilikten maraz doğar dedikleri laf tam olarak bu olmalı. Keşke bu kadar paranoya ile bakmasaydınız, insanları niyetlerine göre değerlendirseydiniz. Kendiniz 50 yaşınızdan yukarısınız, bu blog yazısı yazdığınız kişi o gün 26 yaşında bir genç insandı, bizler 20 yaşındaydık. Ben o gün anlattıklarınızdan ve “abimizin” anlattığı Uğur Abi’den çok etkilenmiştim, bizim için Ataşehir’den gelmenizden de.

    Ama şimdi bakıyorum, o abimiz yaşına göre çok daha fazla “büyükmüş”.

    Bu yazınızın bir faydası oldu, o arkasından atıp tutulan, kendisi bir yorum bile yapmamış olan (ben haber vermedim bu yazıdan haberi var mı bilmiyorum) kendisiyle temasımı devam ettirmediğim için kendime kızdım, bu hafta görüşeceğim.

    Umarım kafanızdaki soru işaretlerini çözebilmişimdir.

  16. Hasan Basri Demir,

    Aklımda tek bir soru kaldığını yazmadım. “Bu sorunun yanıtı fikir verir” diye yazdım.

    Ben seni toplantıya davet edince “önce abimi arayayım” demen, sonra da “o saatte ve o yerde buluşmada ısrar etmen” önemli. Bana telefonda “Abi öyle söyledi” bile dedin. Benim kuşkulanmama neden olan da bu cümlen zaten. Bu nedenle beni ne kadar tanıdığını sorguladım.

    😉

    İkinci yanıtımda birçok çelişkiyi yazdım. Gülşen Akdağ’a yazdığım yanıta değil, deneyimin bütününe bakmanı öneririm.

    .

    Ayrıca…

    Bugün “iyilikten maraz doğar” demen, o gün bana iyilik yaptığın anlamına geliyorsa, sözünü bir kez daha düşün. Hem “istediğim saatte istediğim yere getirtirim, hem de bunu iyilik diye sunarım” demiş oluyorsun. Tıpkı…

    .
    Ekleme:

    İlk yorumunda “kafasında kurmak yerine gelir, ordaki gençlerle çok keyifli bir etkinlik yapardı. Kendisi de keyif alırdı, benim kulüpten arkadaşlarım da keyif alırdı” diye yazmıştın.
    2’inci yorumunda “ne ben o gün kötü olduğunuzu ispatlayabilirim, ne siz iyi olduğunuzu” dedin. Yani benim kafamı o kuşkuya taktığım için kötü olduğumu üsteledin.
    Şimdi “Ben o gün anlattıklarınızdan ve “abimizin” anlattığı Uğur Abi’den çok etkilenmiştim” diyorsun. O gün anlattıklarımdan etkilenmişsen, ilk 2 yorumundaki olumsuz cümleleri ne yapacaksın.

    Ben de onu diyorum. Hep çelişkiler içinde…

  17. Ugur bey, burada polemige girmenizi anlamiyorum. Uzun suredir okuyorum ozellikle sadakat programiyla ilgili kaynaklarinizdan cok yararlandim. Yorum yazmaya pek vaktim olmuyor ancak, bu tur durumlarda bende karsilastigim icin empati kurdum ve bence polemige girmeyiniz. Zaten blogunuzda bu konuya deginmeniz bile sizi rahatsiz ettiginin kaniti, onemli olan bu sekilde hissetmeniz veya hissettirilmeniz. Detaylara incik cincik etmek vakit kaybi olur sizinde vaktiniz degerli. Saygilar.

  18. Üniversite yıllarından itibaren sizin fikirlerinize hep çok önem vermişimdir. İlk iş deneyimim konusunda da yardımlarınız çok fazlaydı… Sonra ne oldu bilmiyorum ama aramıza kara kedi girdi. Nedenini ben bilmiyorum, sırrı sizde saklı. Sizin hakkınızda da web’te yazmasalar da sohbetlerde konuşan çok oluyor ama sizi sayan birisi olarak önerim; bu konu hakkında bahsettiğiniz kişiyle bir kahve eşliğinde çözüme kavuşturun. İnsan kaybetmek çok kolay kazanmak ise zor.

  19. Teşekkür ederim Mert,

    Önerinizi uygulayacağım.

  20. Sevgili İsmail,

    Seninle aramızdaki konuları bir kahve eşliğinde konuşabiliriz.

  21. Onur Kılıçarslan :
    10 Aralık 2013
    10:46 am

    Merhaba,

    Sizin bu kadar sinir olduğunuz kişiyi, eşinizin hala takip ediyor olması işin biraz da sizin kişisel takıntınız olduğunu gösteriyor olabilir mi?

    Bu kadar sinir olduğunuz kişinin blogunu da uzun süredir takip eden bir takipçisiyim, ne twitter’dan, ne blogdan tek kelime yazmamış olması da enteresan.

    Saygılarımla

  22. Bir insana güvenebilmek kolay bir iş değil ufak bir hata nedeni ile yeğeninize güvenmeyi kesmeyin.

  23. Merhaba Uğur Bey,

    Yazının konusundan bağımsız bir şey sormak istiyorum. Son blog yazım için araştırma yaparken bu yazınıza rastlamış ve not almışım. “Kurumlaşma (dikkat edilirse kurumsallaşma demiyorum)” cümlenizi açar mısınız? İfade hakkınıza sonuna kadar saygılıyım, sadece bakış açınızı merak ettim.

    Yorumunuzu ilgili blog yazıma da ekleme zahmetinizden onur duyarım.

    Selâmlar

  24. Merhaba Hasan Baltalar,

    Eğer kavram, “bir kurum olmak” ise, -sal ekine ne gerek var.

    Daha açık söyleyeyim. Bankalar “Kurumsal”, “Ticari” “Bireysel” Bankacılık bölümlerine ayrılmışlardır. Bu kelimeler aslında isim değil sıfattır. “Ticari düşünüyorsun” diyebilirsiniz ama “ticari olmak” değil, “tüccar olmak” diye kullanılır.

    “Bireysel davranmak” diye kullanırız (özellikle maç yaparken) :-). Ama rüştüne erip de sorumluluğunu alan kişi için “birey oldu” diye söyleriz. “Bireysel oldu” der miyiz? [Demeyiz.]
    Örnekleri çoğaltabiliriz.

    “Kurumsallaşmak” denildiğinde bende “bir kurum olmaya çalışmak” değil, “sanki kurum gibi davranmak” yani “-mış gibi yapmak” düşüncesi oluşuyor.

    Açıkçası, bu “kurumlaşmak” kelimesini duyduktan sonra çevremdekilerin çoğu bir daha “kurumsallaşmak” diye kullanmıyor.

Yorum Yazın