İşini iyi yapmak
“İşini iyi yapmak” deyince, hep CEO’lar örnek gösteriliyor. Başka bir örneği anlatacağım.
🙂
ODTÜ İşletme Bölümü’ndeyken, Bilge Doruk (zamanla kendisine “Bilge abla” dedik) Bölüm Sekreteriydi. Hocalarımızın bir çoğu (Kamil Kozan, Hüseyin Leblebici, Halil Çopur, Osman A. Ataç) öğrenciyken, Bilge abla yine o görevdeydi. ABD’de master ve/veya doktora yapıp, ODTÜ’ye geri döndüler. Bilge abla yine aynı görevde… O, Bölüm Başkanları’nın değişim dönemlerini sancısız geçirmesini sağlayan en önemli unsurdu.
🙂
Doğal bir otoritesi vardı. Odasının kapısı her zaman açık dururdu. Ama “öğrenci giremez, şu anda sınav yazıyorum” dediğinde, en yüzsüz öğrenci bile görünmeyen duvarı aşıp içeri girmezdi. (O zamanlar PC olmadığı için, hocalar sınav sorularını el yazısı ile hazırlarlar, “stensil” isimli kağıtlara yazması için Bilge ablaya teslim ederlerdi. Yazıldıktan sonra teksir makinesinde çoğaltılırdı.)
😀
Biz mezun olduk. Aynı dönemde Bilge abla da emekli oldu. Daha sonra, Price Waterhouse’un bir projesinde bir araya geldik. Biz (bugünün BİYESAM – Bilişim Yazılım Eser Sahipleri Meslek Birliği Yönetim Kurulu üyesi) Dr. Zafer İnkaya ve ben çömezdik. Bilge abla ise Proje Yöneticisi David’in asistanı.
O dönemden hatırladıklarım:
Uzun bir ingilizce metnin yazılması gerekiyordu (PC yok. Herşey elle yazılıyor, sonra daktiloya çekiliyordu). Anadili gibi ingilizce bilen Zafer okuyor, Bilge abla aynı hızla yazıyor. Otuzuncu sayfalara gelindiğinde, Bilge abla Zafer’i uyarıyor:
“Bu kelimeyi baş kısımlarda başka bir kavram için kullanmıştın”. Zafer, kontrol ediyor, Bilge abla haklı…
Sonradan öğrendik ki, yıllar önce ODTÜ’de akademik olmayan çalışanlar için bir sınav yapılmış. Bazı Amerika üniversitelerinden doktoralı olanların geçemediği sınavdan en yüksek not alanlardan birinin Bilge abla olduğunu…
😀
Yıllık iznimizden döndüğümüz gün, koridorda David ile karşılaştık. Bir kaç dakika ayak üstü sohbet ettikten sonra yerlerimize oturduk. Bilge abla bizi uyardı:
“Koridorda David’le karşılaşmış olsanız da Proje Yöneticisi’ni resmen ziyaret etmeniz ve “izinden döndüm, işimin başındayım” diye bilgi vermeniz gerekir. Siz izindeyken her hangi bir değişiklik olup olmadığını da öğrenirsiniz.”
David’in odasının kapısına geldiğimizde de bir hatırlatma yazısı bulduk: “Siz yokken annesi kaza geçirdi. İngiltere’ye gitmesi gerekti. İçeri girince “geçmiş olsun” demeyi unutmayın”.
😉
Proje ekibinde, bizden birkaç yaş büyük Ali (takma) isimli bir arkadaş da çalışıyordu. Ali, gıcık kelimesinin tam bir örneğiydi. Herkesi bir şekilde huzursuz ve rahatsız kılmayı meziyet sanıyordu. Bilge abla buna katlanamayıp istifa etmek istediğini David’e söyledi. David, Ali’yi çağırıp şöyle dedi:
“Eğer Bilge hanım giderse, sen de gidersin. Eğer Bilge hanım, “Ali giderse kalırım” derse, yine gidersin.”
Bilge ablanın bir danışman adayından çok daha değerli olduğu ortaya çıktı. Ali yalvar yakar oldu. Bilge abla istifa etmekten vazgeçti ama Ali’nin gitmesi için de ısrarlı olmadı.
Çömezlik dönemimizde Bilge abladan aldığımız dersler, daha sonraki iş yaşamımızda hep yardımcımız oldu.
🙂
EKLEME: IBM daktilo kullanırdı. Ankarada’ki Teknik Servis çözemediği bir sorun olunca Bilge ablayı arardı. Yıllardır kullandığı ekipmanı Teknik Servis’ten çok daha iyi tanıyordu.
😉
Başarının ölçüsü CEO olmak değil. Yönetici asistanı olarak da herkesin beyninde “işini iyi yapan” olabilirsiniz. Aradan neredeyse 30 sene geçti. İşleri ve üzerimdeki emekleri ile her zaman hatırımda…
.
- Not: Bu yazı ilk defa 5 Ağustos 2008 tarihinde Fatmanur Erdoğan‘ın Kariyer Yolculuğu sitesinde yayınlandı.
🙁
Bilge abla, 22 Nisan 2014’de ışıklar içinde yatmaya çekilmiş. Çok üzgünüm.
.
Etiketler: işletmecilik, Kamil Kozan, ODTÜ, okul, Osman A. Ataç, sekreter, yıllık izin, yönetim
Kategori: İş hayatı, yaşamın içinden
1 Şubat 2011
10:55 am
Hocam, daha önce de bana anlatmıştınız…şimdi yine solugumu tutarak okudum…
Bilge Hanım hepimize örnek olsun. Onun kadar işine hakim, saygılı ve bu sebeple de saygıdeger olmak herkese nasip olsun.
Çok teşekkürler, çok iyi geldi bu yazı şimdi bana..hatta tam şu anda…
🙂
1 Şubat 2011
11:39 am
onemli olan işe saygı.. İşin küçüğü büyüğü, önemlisi önemsizi olmaz.. Nacizane meslek hayatımda benim gördüğüm de bu..
Basit bir fotokopi çekiyor olsanız bile, çok önemli bir stratejik karar alıyormuş ciddiyetinde yaparsanız bunun karşılığını (başarı, tatmin, para, kariyer vs.) her zaman alırsınız..
1 Şubat 2011
2:01 pm
Bir işi iyi yapmak, ünvandan bağımsızdır. İnsanın karakterine, yeteneklerine, işini sevip sevmemesine ve motivasyonuna bağlıdır.
Yinede şunu sormak isterim: İşini çok iyi yapan Bilge Abla (lar) ile işi Bilge Ablaların sayesinde yerini korumak olanlar arasında ne kadar fark vardır? Ve bu fark neden son 10-20 yıl içerisinde 10-20 kat bandından 1000-2000 kat bandına oturmuştur???
1 Şubat 2011
7:35 pm
Hassas bir soru bu Başar,
😉
Bahsettiğin artışı ben de gözlüyorum. Bilge ablaların sayısı artmıyor ama yazıdaki gıcıkların ve önceki yazının son paragrafındaki link’lere konu olanların sayısı daha da artıyor. Her fırsatta çoğalıyorlar.
Nedeni, bence Özal ile başlayan “işini bilir” yaklaşımı.
🙂
Aralarındaki farka gelince, onu da başka yazıda söylemiştim. Kimisi unvan peşinde koşar. Birkaç yıllık unvan için, İş’te sabır yazısının son paragrafındaki lakaplardan birine ömür boyu sahip olur. Onu da anarlar. Ama benim Bilge ablayı andığım gibi minnetle ve şükranla değil.
2 Şubat 2011
1:49 pm
Uğur Ağabey,
“Eğer Bilge hanım giderse, sen de gidersin. Eğer Bilge hanım, “Ali giderse kalırım” derse, yine gidersin.” tarzında kaç tane adam tanıdın hayatında?
Ben “kurumsal hayat ve omurgasız canlılar” başlıklı yazımda ifade ettim böyle adamların fazlaca olmadığını. Kurumsal hayatta neyin doğru yapıldığını değil, nelerin yanlış yapıldığını görüyor gençler asıl. En büyük kazanç burada. Daha doğrusu öğrenebilen öğreniyor, ruhunu satanın öğrenmesine gerek kalmıyor. O geleceğin genel müdürü olarak matrix tadında yaşadığı hayatı, gördüğü saygıyı gerçek sanıyor. Benim gerçek saygımı ise Bilge Doruklar, Davidler görüyor.
2 Şubat 2011
2:31 pm
Cengiz Can,
Bilge abla ve David gibilerin saygıyı hak ettiği gerçek. Burada aynı fikirdeyiz.
🙂
Diğer kısma gelirsek… Bürokratik ≠ Kurumsal yanılgısıyla kavramların karıştırıldığı kanaatindeyim. Bugün yazdım. Kurumsal ortamları önümüzdeki günlerde daha fazla tartışmaya açacağım. Kurumsal yapının ne olduğunu bilmeyen patronlar, dediğin omurgasız adamları Genel Müdür yapabilirler. Her ikisi için de hakkında onlarca yazı var blogda.
Ne var ki, birlikte çalıştığım en üst düzey yöneticilerinin çoğu için aynı fikirde değilim. Gerçekten kurumsal yapılar, performansa odaklandıklarından yalakalık mutlaka bir yerde göze batıyor. Ya patronu rahatsız ediyor, ya da diğer yöneticileri. Sonuçta bir yerlerde sorun oluyor. Onu gidermezse, patrona maliyet oluşturuyor.
Bugün başlayan “Kurumsal sorunsalı” yazı dizisi boyunca bu konuları daha çok işleyeceğiz. Orada fikirlerini görürsem sevinirim.
2 Şubat 2011
3:53 pm
Uğur Abi,
Çok Özalcı olduğumu söyleyemem ama bu konu, Özal ile değil dünyadaki değişimler ile gelen bir sorun. Zira dünyanın tüm büyük şirketlerinde CEOlar inanılmaz kazançlar sağlıyor. Bazıları birden fazla şirketin yönetim kuruluna giriyor, daha da fazla kazanç sağlıyor.
Bu paralar o kadar büyük ki bu adamlar için ne şirket, ne şirketin geleceği vb. de çok önemli değil. Çoğu, işsiz kalana kadar cebini doldurma veya işsiz kalacağı zamanı geciktirme peşinde! Masraflar kısılarak, insanlar işinden edilerek kısa süreli karlılık sağlanıyor. Marka, ürün, dağıtım kanalı mensupları, çalışanlar 2. planda. Kısılan masraflar, kepçeyle onlara dönüyor! Aralarında mutlaka çok vizyoner ve iyi yöneticiler vardır fakat bende oluşan algı, malesef bu yönde…
Daha “kurumsal sorunsalı”na bakmadım. Müsadenle orada devam ederiz 🙂
2 Şubat 2011
4:23 pm
Başar,
Yüksek ücret alan CEO’lar gerçekten önemli bir sorun. Halka açık olmanın yarattığı ucubelerden biri. (Aslında tersi olmalı sanki, değil mi?)
😉
Halka açık olunca sermayenin geniş toplum kesimleri tarafından denetlenmesi gerektiğine inanılıyordu. “Yeni sanayi sosyalizmi” adını vermişlerdi. Sermaye piyasalarının geliştiği ülkelerde biraz anlıyorum. Ama Türkiye’de neden benzeri olduğunu pek çıkartamıyorum.
9 Şubat 2011
9:08 pm
Son zamanlarda keyifle okuduğum en güzel yazı 🙂 Bilge Abla’ya hayran kaldım.
5 Nisan 2011
8:54 am
Yukarıdaki koltuk için değil, işini iyi yapmak için yapmak gerekir. Kişisel gelişim tek amacınız olmalı. Becerilerinizi, kendinize olan yatırımınızı artırmanın sonucu… Bu link’te
6 Mart 2013
10:29 am
İşini iyi yapanlar konusunda bir alıntı
24 Nisan 2014
11:08 am
Sevgili Uğur,
Bilge abla hem aile dostumuz hem de benim de ODTÜde öğrenci olduğum yıllarda orada bölüm sekreteritdi. Di diyorum çünkü maalesef 3 gün önce kendisini kaybettik. Ben çok üzgünüm. Güzel insanlar yıldız gibi kayıp gidiyor. Başınız/başımız sağolsun. Bu güzel yazınızı da ancak şimdi eşinden duyup okudum. Keşke daha önce okuyabilseymişim.
Sevgiler
3 Kasım 2014
12:11 pm
Muhan hocamdan, Osman hocamdan, Ömer hocamdan, Kamil hocamdan, Emin hocamdan, Bilge abladan, Emel hocamdan ve birçok hocalarımdan ders ile sınırlanmayacak kadar çok şey öğrendim. Onlara borcumu şahsen ödeyemem. Dolaylı ödemek için…
21 Ağustos 2015
6:44 am
“İşini iyi yapmak” deyimini farklı anladığım çok sayıda meslek erbabı var. Marangozundan IT’cisine kadar giden yelpazede işinin gerçekten ustası olmayanlarla sorun yaşarım.