11 Ekim 2008 Cumartesi

Kriz'de insan kaynağı

Çeşitli ortamlarda şunu okuyorum. “Bir yandan en önemli kaynak, insandır diyorlar, bir yandan da krizlerde ilk olarak insanları işten atıyorlar… Bu nasıl oluyor?” diye soruluyor.

Bu aşamada, tüm personelin aynı olmadığını anlamamız gerekiyor. Yeri çabuk doldurulur olan, kendisi için eğitim yatırımı yapılmasına gerek duyulmamış / duyulmayacak olanlar zaten “insan kaynağı” sayılmıyor. Onlar, makinelerden daha ucuz oldukları için çalışıyor.

Eğer çalıştığınız firma için bir kıymet (asset) durumundaysanız, çok da endişe duymanıza gerek yok. İlker Utlu‘nun dediği gibi, sadece biraz ezilirsiniz. Ama eğer bir yükümlülük (liability) durumundaysanız, ciddi endişelenin.

Etiketler: , , ,

Kategori: İş hayatı, yaşamın içinden

“Kriz'de insan kaynağı” yazısına şu ana kadar 10 yorum yapılmış:

  1. 2000li yılların başında Sezer Bey’in, Ecevit Bey’e “Anayasa çarpsın seni” diyerek cep anayasasını fırlatmasından hemen önce Koç’a bilgisayar ürünleri için Ürün Müdürü olarak girmek üzereydim 🙂

    Kriz koptu. İnsan kaynakları işe alımları durdurdu. Askerden hemen dönmüş genç dinamik, iki ünversite mezunu kaliteli bir işsiz haline gelmem sadece bir kara Cuma’ya denk gelmemle oldu.

    Bu işsizlik en başta moral olarak toparlanmayı, sonrasında “2 üniversite bitirmek yetmez, daha kaliteli bir çalışan nasıl olurum?” sorusunu sormama yol açtı. Cidden çok ama çok zorlu bir dönem geçirdim. Böylece sistematik şekilde Photoshop ve web tasarım tekniklerimi geliştirmeye başladım ki o yıllarda bunları bilenlerin sayısı çok çok azdı. Bilen zaten krallığını ilan ediyordu ve herkesi vergiye falan bağlıyordu. 🙂

    Krizlerden ayakları üstünde çıkan insanların tümü yakınmayı korkuyu ve kaygıyı bırakıp deli gibi düşünen çalışan insanlar oldu.

    Ayakta kalan şirketler de adam çıkarmak yerine o adamları daha verimli çalıştıracak ve onlarla harika satışlar yapacak uzmanları alarak ve reklam kampanyalarına eskisinden daha fazla asılarak devam edenler oldu.

    Akbank… O karanlık günlerden aklımda kalan tek firma. Reklamları ile halka ümit aşılayan “bunları aşacağız” diyen ve marka değerini defalarca katlayan firma.

    Bakalım bu krizde insanlarını atmak yerine onlara ekleyerek çıkış yapmayı düşünecek kaç tane zeki firma ile yaşam döngümüze devam edeceğiz. Göreceğiz…

  2. Aklına ve eline sağlık Süleyman.
    Gerek kişiler, gerekse şirketler için çok güzel anlatmışsın.

  3. Peki, diyelim ki departmandan bir arkadaşınız işten çıktı, yerine birinin alınmadı ve rutin işleriniz dışında ayrılan arkadaşınızın işleri de size kaldı.
    Bu bahsettiğim şey geçtiğimiz günlerde başıma geldi. İş yüküm azalmamak üzere arttı, artık 3 third party yönetirken bu sayı PR ajansının eklenmesiyle 4’ü buldu.
    Yakın çevrem “kriz ortamında bunu fırsat olarak görmen lazım, ne kadar çok iş yükü alırsan o kadar vazgeçilmez olursun” diyor ancak ben vazgeçilmez olmanın köle gibi çalışmak olduğunu düşünmüyorum. Görev tanımımın genişlemesi dolayısıyla ücret düzenlemesi için İK ile konuşmam gerekip gerekmediğini sorduğumda ise yine kriz bahane edilerek böyle birşeyden hiç bahsetmemem gerektiğini söylediler.
    Burada korkunç bir çelişki var; hem vazgeçilmez olmaktan, hem de İK hazretlerini böyle bir soru gündeme getirerek kızdırmamam gerektiğinden bahsediyoruz =)
    Bir alışveriş yapıyoruz ve ücret konusunda vermeyi taahhüt ettiğim hizmet, şu anki kapsamda değildi.
    Bu mantıkla bakarsak; iş yüküme göre İK değerim yükseliyorsa bu soruyu sormaktan niye çekinmem gerekiyor? Bunun cevabını kimse vermiyor, belki burada bulabilirim?

  4. Sevgili Eren,
    Önce bir noktayı düzelteyim. “Fırsat” konusunda çevren ile aynı fikirdeyim. “Vazgeçilmezlik” için değil, “kişisel değerin” artışı için. (Kişisel değerin = kendin için, kendine karşı olan değerin)
    İlker Utlu’nun Friendfeed’e eklediği bir cümle üzerine, yukarıdaki yazıyı yazmıştım. “Sadece biraz ezileceğiz” diyordu. Söylediklerin de bu durumu yansıtıyor. “Köle gibi çalışmak”, vazgeçilmezliğin değil, “biraz ezileceğiz”in doğrulaması 🙂
    Ayrıca, “vazgeçilmez olmak” sıfat olarak güzel görünse de, iş hayatının gerçeğinde, böyle bir kavram yok. “Kolay vazgeçilir olmamak” diye düzeltebiliriz.
    İşe girerken yapılan konuşma ve taahhütler, işe girdiğin ilk birkaç ay için geçerli. Sonrasında senin yeteneklerin, şirketin büyümesi, piyasaların durumu, vb… hepsi yeni koşullar koyuyor ortaya.
    Artan beklentiler bünyenin kaldıramayacağı (ahlak dışı, insanlık dışı, yasa dışı, beceri ötesi, yetenek ötesi…) noktalarda olmadıkca, bu dönemde dayanmayı öneririm.
    Belin büküldüğü noktalarda da amirine iş aktarmayı öğrenmek gerek.
    Son cümlen için: alacağın cevabı biliyorsan, bari kendini huzursuz edecek ortam yaratma. Bu dönemde en ihtiyaç duyulan şey (kendin için bile) huzur.

  5. Uğr Abi; Aydınlatma için teşekkürler!
    Yanlış anlaşılma olmasın, iş yüküm ağırlaştı diye gocunmuyorum =)
    Aksine (senin de belirttiğin gibi) bunu gelişim için fırsat olarak görüyorum. Neticede, daha yetkin bir pozisyonda oturacağım gün o pozisyonun yönetsel anlamdaki bütün fonksiyonlarını iyi hazmetmiş olmam lazım.
    Tekrar teşekkürler…

  6. Sevgili Eren,
    İş yükün ağırlaştı diye gocunmadığına eminim. Senin çelişkiyi sorguladığını düşünüyorum. Ben de ona göre yanıtladım zaten 🙂

  7. Merhaba;

    Personellerin vazgeçilebilir ya da vazgeçilemez oluşunu tayin edecek personel de vazgeçilebilir bir personel ise; yani kurumsal bir şirkette hasbel kader yetkili olan birisinin düşüncesine göre çalışanlar ayrıma tabi tutulursa sonuç farklılaşmaz mı?

  8. Engin,
    Sosyal ortamlarda, istisnasız bir kural yoktur zaten. Elbette bir çok yanlış olabilir. Ancak, bu yanlışlar sürekli tekrarlanamaz. Yani, kendini geliştiren kişilerin (Süleyman Sönmez’in ve Eren Kumcuoğlu’nun belirttiği gibi) ileride kazanması kaçınılmaz.

  9. İnsan Kaynakları (veya İnsan Kıymetleri) uzmanlarına çok iş düşecek

  10. Devamı niteliğinde bir yazı

Yorum Yazın